3 Şubat 2016 Çarşamba

VİETNAM SAVAŞI - 2

0 yorum
Amerika'nın yeni Başkanı John F. Kennedy 20 Ocak 1961'de görevine resmen başladığı zaman Viet Cong'un faaliyetleri ile Güney Vietnam'da durum daha da kötüleşmişti. Bu sebeple Kenndy, Başkan Yardımcısı Lyndon B. Johnson'ı, durumu yerinde incelemek üzere, 1961 Mayısında Güney Vietnam'a gönderdi. Johnson ve Diem arasında yapılan görüşmeler sonunda, 13 Moyıs 1961'de yayınlanan ortak bildiride, Güney Vietnam'da mevcut olan gerilla savaşı ve «Komünist Imparatorluğu'nun» «Hür Vietnam»a yaptığı baskı karşısında alınması gereken tedbirler 8 madde halinde belirtiliyordu ki, bu tedbirler arasında Amerika'nın askerî yardımı ile uzman yani danışman yardımı başta geliyordu.
Bu durum karşısında Kennedy iki baskı arasında kalmıştır. Askerlere göre Güney Vietnam'a Amerikan askeri gönderilmeliydi. Dışişleri Bakanlığı ise, bunun tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini ve Amerika'yı Vietnam'da Fransa'nın durumuna düşürebileceği görüşünü ileri sürdü. Başkan Kennedy bu iki görüşün arasında yer aldı ve Güney Vietnam'daki Amerikan askerî danışmanlarının sayısını arttırdı, 1963 Kasımında bir suîkaste kurban gittiğinde, danışmanların sayısı 17.000'i bulmuştu. Fakat bu meseleye çare olmadı.
Öte yandan, Güney Vietnam'da Diem'in diktatörlüğü her geçen gün halk için çekilmez hale gelmeye başlamıştı. Bu sebeple, siyasî reformlar yapabilecek bir idareyi işbaşına getirmek amacı ile ve Amerika'nın desteklediği bir darbe ile, Diem 1963 Aralık ayında iktidardan düşürüldü ve yerine General Duong Van Minh başkanlığında bir Askerî İhtilâl Konseyi geçti.
Kennedy'nin öldürülmesinden sonra, Anayasa gereği, Başkanlığa, Başkan Yardımcısı Johnson geçti. Johnson'la beraber Amerika'nın Vietnam politikası da yeni bir safhaya girdi. Daha doğrusu Amerika Vietnam savaşına fiilen bulaştı. Zira, 2 Ağustos 1964 günü Tonkin Körfezinde Amerikan donanmasına ait Maddox destroyeri Viet Minh (Kuzey Vietnam) gemilerinin saldırısına uğradı. 4 Ağustos günü bu saldırılar diğer Amerikan gemilerine de yöneldi. Amerikan donanması bu saldırıları püskürtmekle ve iki Viet Minh gemisini batırmakla beraber, hukuken Viet Minh Amerika'ya saldırıda bulunmuş olmaktaydı. Bu sebeple, Başkan Johnson 5 Ağustos'ta Kongre'ye gönderdiği mesajda, komünizmin saldırılarına karşı Amerika'nın kararlılığını göstermesini ve bu saldırılara karşı koymada, asker kullanma da dahil, Başkana yetki verilmesini istedi. Kongre ise, 10 Ağustosta aldığı ortak kararında,Başkana, Amerikan silâhlı kuvvetlerine karşı vukubulacak her türlü saldırıyı defetmek ve Amerika'nın SEATO antlaşması çerçevesi içindeki taahhütlerini yerine getirmek için, Amerikan askerlerinin kullanılması da dahil, her türlü tedbiri alma yetkisini verdi. Karar, Senato'da 2'ye karşıt  88  ve Temsilciler Meclisinde de sıfıra karşı 416 oyla kabul edilmişti.
Amerika'nın bu kararlılığı, Viet Minh'in cesaretini kıracağı yerde, güneydeki faaliyetlerini daha da arttırdı. Bunun üzerine Başkan Johnson Kuzey Vietnam'ı müzakere masasına oturtabilmek amacı ile, 1965 Şubatından itibaren Kuzey Vietnam'ı bombalatmaya başladı. Maksad, Viet Minh gerillalarının gücünü kaynağında yok etmekti. Bu sebeple askerî hedefler bombardıman ediliyordu. Bu bombardımanlar üç yıl sürecektir.
Fakat bombardımanlar istenen neticeyi vermedi. Zira Ho Chi Minh, Amerika'nın havadan yaptığı baskıya, karada kendi baskısını arttırarak cevap verdi. Yani, Güney Vietnam'a sızmalar ve gerilia faaliyetleri büsbütün arttı. Bu ise Amerika' yı, Vietnam'ı Amerikan askeri ile savunmaya şevketti. 1965 Mayısında Güney Vietnam'a 80.000 asker gönderildi. Bu sayı giderek artacak ve 600 bine yaklaşacaktır.
Vietnam'a asker gönderilmesi Amerika'nın kendi içinde büyük çalkantıya sebep oldu. Zira Amerikan askeri ölmeye başlayınca Amerikan kamu oyunda tepkiler artmaya başladı. Büyük şehirlerde ve bilhassa üniversitelerde Vietnam savaşına karşı protesto gösterilerine girişti. Gençlik Vietnam savaşının ve orada ölme gereğinin sebebini anlayamıyordu. Vietnam savaşı, Amerikan kamu oyu için sebebi anlaşılamayan manasız ve amaçsız bir savaş haline gelmişti. O kadar ki, Amerikan Kongresi de Başkan Johnson'ın aleyhine bir tutum almaya ve Johnson'ın yanlış değerlendirme ile kendilerini yanılttığını söylemeye başladı.
Amerika'nın Avrupalı müttefikleri de Amerika'nın Vietnam macerasını tasvib etmediler. Batı ittifakı Vietnam'da bir prestij yarası alırken, öte yandan Amerika kendi müttefiklerine yeteri kadar danışmadan bir maceraya girmişti ki, bu maceranın sonu Batı Avrupa'yı da işin içine çekebilirdi. Bu konuda en fazla tepki gösteren de Fransa oldu.
Halbuki Amerika'nın bu savaşı değerlendirmesindeki faktörler şöyle idi.
Amerika Güney-Doğu Asya ile Pasifiği kendi millî menfaatlerinin ve güvenliğinin hayatî bir bölgesi olarak telâkki ediyordu. II. Dünya Savaşı’nda Japonya ile çatışmaya sürüklenmesinin sebebi de, Çin'i korumaktan ziyade, Japonya'nın güneye sarkıp Güney-Doğu Asya ve Pasifiği tehdit etmesiydi.
Kuzey Vietnam'a da bu sefer Çin açısından bakıyor ve Kuzey Vietnam'ı Çin'in bir uzantısı olarak görüyordu. Bilhassa Çin'in 1959 da Tibet'i işgali ve 1962'de de Hindistan'a saldırması, 1964'de Çin'in kendi atom bombasını yapması ve nihayet 1965'de Savunma Bakanı Lin Piao'nun Güney-Doğu Asya'dan söz etmesi, Amerika'nın bu konudaki endişelerini arttıran gelişmeler olmuştur. Bütün bunlardan başka, Vietnam'ın yüzlerce yıl Çin hâkimiyeti altında yaşamış olmasını ve ayrıca, Çin Vietnam'a hâkim olduğu takdirde, bölgede yaşayan geniş Çin azınlıklarını da harekete geçirebileceğini de unutmamak gerekir.
Bununla beraber, Başkan Johnson, bir yandan Vietnam savaşında tırmanmaya giderken, öte yandan da, çeşitli kanallardan barış için teşebbüslerini de eksik etmedi. Bu teşebbüsler 1966-1967'de yoğunlaştı.Bu gelişmelerin neticesi olarak 1968 Mayısında Paris'te Kuzey Vietnam ve Amerika arasında barış görüşmeleri başladı ve görüşmeler biraz ilerleyince de, Başkan Johnson 31 Ekim 1968 tarihinden itibaren Vietnam'ın bombardımanını durdurdu.
Bu arada Johnson, 31 Mart 1968'de yaptığı bu konuşmada, “Vietnam  savaşı karşısında Amerikalıları birlik ve bütünlüğe davet etti ve bu birlik ve bütünlüğün korunması için, kendisinin 1568 Kasımındaki başkanlık seçimlerine adaylığını kovmayacağını bildirdi.
1968 Kasımında yapılan Başkanlık seçimlerini Cumhuriyetçi Partiden Richard Nixon kazandı. Nixon, 20 Ocak 1969'da Başbakanlık görevine başladığında Vietnam'da 540.000 Amerikan askeri bulunuyordu ve 31.000 Amerikan askeri de Vietnam'da ölmüştü. Bu sebeple Nixon ve Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, Vietnam politikasına yeni bir şekil verdiler. Buna göre, Amerika bir yandan Vietnam'daki askerini yavaş yavaş geriye  çekerken,  bir yandan  Kuzey Vietnam'ın bombalanması daha da arttırılacaktı. Bunun da sebebi, Kuzey Vietnam'ı barışa zorlamaktı. Nitekim, Nixon idaresi bütün bunları yaparken Paris'te devam etmekte olan barış görüşmelerini de hızlandırmaya çalıştı. Nixon, Amerika'yı Vietnam bataklığından çekip çıkarmaya kararlı idi. Bundan dolayı  1969 Haziranında 25.000 Amerikan askerini Vietnam'dan  çekti. 1971  yılı  sonlarında geri çekilen asker sayısı 200.000'i bulacaktır. Bu arada da, Nixon, 1969 Temmuzunda Pasifik bölgesinde yaptığı  bir gezi  sırasında, 25 Temmuzda  Guam adasında yaptığı basın toplantısında, Guam Doktrini veya Nixon Doktrini denen görüşlerini ortaya attı.«işbirliği yolu ile barış»  (peace through partnership) prensibine dayanan bu görüşlere göre, Amerika bundan böyle dünyanın neresinde olursa olsun, Vietnam örneği savaşlara girmeyip .Müttefiklerine Amerikan askerini kullanarak değil, ekonomik ve askerî yardım suretiyle destek olacaktı, Nixon Doktrini, bir bakıma, 1957 Ocak tarihli Eisenhower Doktrinin tersi oluyordu. Çünkü  Eisenhower Doktrini Amerikan askerinin kullanılması esasına dayanmaktaydı.
Paris'te sürmekte olan barış görüşmeleri ancak 1973 yılı başında bir neticeye ulaşabildi. Bunda, 1972 yılında Amerika'nın Çin'le münasebetlerini düzeltmesi ve ayrıca Sovyet Rusya ile Amerika arasında 1972 Mayısında SALT-I antlaşmasının imzası büyük rol oynamıştır Çünkü, Kuzey Vietnam'ın iki destekçisi olan, hem Sovyetlerin ve hem de Çin Halk Cumhuriyeti'nin, Amerika'nın Vietnam'da sıkışık bir durumda bulunduğu bir sırada, bu ülke ile münasebetlerini yumuşatması, Kuzey Vietnam için müsbet bir gelişme değildi, Ho Chi Minh, bir yalnızlık ihtimalinden endîşe etti. Kaldı ki, Amerikan bombardımanlarının Kuzey Vietnam'da yaptığı tahribat da öyle kolay onarılacak cinsten değildi. Ülke gerçekten harap bir duruma girmişti. Bu faktörler, Ho Chi Minh'i savaşı sona erdirmeye sevketti.
Amerika'ya 55.000 Amerikan askerinin ölümüne malolon Vietnam barışı Paris'te 27 Ocak 1973'de imzalandı.Esas metni 23 maddeden ibaret olan bu barış ile, 1954 Cenevre anlaşmalarına dönülüyor, yani 17'nci enlem yine Kuzey ve Güney Vietnam arasında sınır oluyordu. Amerika altmış gün içinde Vietnam'daki bütün askerini ve malzemesini geri çekecek ve mevcut üslerini de tasfiye edecekti. Buna mukabil, Kuzey Vietnam da Güney Vietnam halkının kendi kaderini kendisinin tayin etmesine ve istediği siyasî rejime kendisinin karar vermesine müdahale etmeyecekti. Kuzey ve Güney Vietnam'ın birleştirilmesi, kuvvet ve zor yoluyla değil, iki tarafın aralarında yapacakları müzakereler, karşılıklı anlaşma ve barış yoluyla gerçekleştirilecekti. Bundan başka, Kamboçya ve Laos'un tarafsızlığına ve bağımsızlığına taraflar tam saygı göstereceklerdi, Nihayet, Kuzey Vietnam ile Amerika arasında meydana gelen bu yeni münasebet düzeni dolayısiyle, savaş yaralarının sarılmasında ve kalkınmasında Amerika, Kuzey Vietnam'a yardım edecekti.
Amerika, bu barış ile nihayet yakasını Vietnam'dan kurtarmaya muvaffak olmuştu. Lâkin Vietnam meselesi bu barış ile kapanmadı. Barış ancak 22 ay devam edebildi. Bu sürenin sonunda Güney Vietnam komünistlerin eline geçti.
Amerika, Vietnam'dan çekildikten sonra, Güney Vietnam'ın yaklaşık 1 milyon kadar askeri, 1.600 uçağı ve 600 tankı vardı. Fakat, Viet Cong gerillalarının faaliyeti dolayısile, bu asker sabit mevkileri savunmakta idi. Saldırı gücü yoktu. Diğer taraftan, Vietnam savaşının Amerikan kamu oyunda uyandırdığı tepki dolayısile, barıştan hemen sonra Amerikan Kongresi de Güney Vietnam'a yapılan yardımları, azaltmaya başladı. Askerî yardım 1 milyon dolardan 700 milyona ve ekonomik yardım da 750 milyon dolardan 425 milyona indirildi. Buna karşılık Güney Vietnam'daki askerî durum da iyi değildi. Saygon rejimine karşı savaşan Vietnam Halk Ordusunun güneyde 200.000 askeri bulunuyordu. Viet Cong gerillalarının kuvveti de 100.000 civarında idi. Bütün bunlara bir de Saygon hükümeti içindeki suistimalleri ilâve etmek gerekiyordu.

Bu şartlardan yararlanan  Kuzey Vietnam  1974 Aralık ayı başlarında Kamboçya'dan Mekong Nehri deltasından Güney Vietnam'a doğru saldırılara geçti. Bu saldırıları  Kuzeyden ve diğer yerlerden de yapılan bir çok saldırılar takip etti. Bu saldırılar o kadar çabuk gelişti ki, Güney Vietnam başlıca birer birer komünistlerin eline geçmeye  başladı.  Güney Vietnam  ordusu  bu saldırılar  karşısında  çabucak çöktü. En son 30 Nisan 1975'de başkent Saygon'un komünistlere teslim olması  ile, bütün Vietnam, otuz yıllık bir mücadeleden sonra komünistlerin kontrolü altına girmiş oluyordu. Bu ise Güney-Doğu Asya bölgesindeki kuvvet münasebetlerinin yapısında mühim değişiklikler meydana getirerek yeni bir dönemi açacaktır.

2 Şubat 2016 Salı

Türkiye'nin Suriye ile İmtihanı -1

0 yorum
Türkiye'nin kendi bağımsızlık mücadelesini verdiği dönemde,Suriye de Fransızların manda yönetimine karşı mücadele etmekteydi.Zorlu bağımsızlık mücadeleleri sonunda Türkiye 1923 yılında Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde bu arzusunu hayata geçirmiş,Suriye içinse bu zafer ancak 1946 yılında mümkün olabilmiştir.Mücadele yıllarında iki devletin de ortak düşmanı Fransa'dır ve iki ülke de Fransa'yı bölgeden uzaklaştırmak istemektedir.1937 yılında Atatürk Suriye'nin Fransa'ya karşı verdiği bağımsızlık mücadelesi hakkındaki düşüncelerini şu şekilde ifade etmiştir:''Türkiye Cumhuriyeti'nin arzu ettiği şey Suriye'nin bağımsız bir İslam devleti olmasıdır.''(1) Atatürk bu düşüncesini beyan ettiğinde Suriye Fransa'nın işgali altındaydı .Ortadoğu'nun zenginliklerinden faydalanmak isteyen Fransızlar ülkeden çıkmak istememekteydiler.

Bu dönemde Atatürk Fransa'ya karşı sert bir üslup takınmaktaydı ve sömürge düzenine karşı tepkisini şu şeklide dile getirmişti:''Kuvvet,ille de gerekiyorsa,emperyalizme karşı kullanılacaktır.Ben ve hükümetin sizin tam bağımsızılığınızı istiyoruz.Eğer Fransızlar mani olursa Fransızlara da söyleyecek sözümüz vardır.Ona da kefilim.Suriyelilerin ordusu yoktur.Fakat bizim ordumuz kafi.Söz veriyorum:İcap ederse girerim ve sonra yine çıkarım.Temenni ederim ki buna mecbur olmayalım.''(2)

Atatürk bu cümleleriyle realiteden yararlanarak,Ortadoğu'ya hakim bir Fransa'nın er ya da geç Anadolu üzerinde emperyalizm temelli düşüncelerini devam ettireceğini ,gelecekte gözünü tekrar Anadolu'ya dikeceğini tahmin etmekteydi ve bu yüzdendir ki Fransa'yı bölgede istemiyordu.

SORUNLAR
Türkiye ve Suriye arasında birçok sorun somut olarak kendisini göstermiş,bu sorunlar devletler arasındaki iplerin gerilmesine hatta zaman zaman kopma noktasına gelmesine zemin hazırlamıştır.Özellikle Hatay,Su ve Güvenlik Sorunları devletlerin dış politikada hassas,bir o kadar da agresif politikalar izlemesine neden olmuştur.

Hatay'ın Suriye sınırları içerisinde kaldığı ve Suriye'nin de Fransa'nın himayesinde olduğu bu dönemde,Hatay Sorununun ciddiyeti Mustafa Kemal Paşa'nın:''Kırk asırlık Türk yurdu düşman eline kalamaz.'' ifadesinde kendisini bulacaktır.Artık Hatay,Atatürk'ün yüreğinde kordur.Asırlar boyu Türk'e yurtluk eden,halen de üzerinde Türklerin yaşamakta olduğu Hatay,Türk yurdunun ve Türk milletinin bir parçası olarak,ayrı yaşayamazdı.Milli birlik,bütünlük ve milli bünyeden ayrı kalamazdı.İç ve dış durumu son derece etkin biçimde değerlendiren Atatürk,tarihin akışı içinde bu gerçeği dünyaya onaylatmanın gününü ve saatini bekleyecekti.Hatay,önce mutlaka bağımsızlığa kavuşacak,sonra da Türk yurdunun bölünmez bir parçası olarak,milli bütünlükteki şerefli yerini alacaktı.(3)

Nitekim henüz çok genç olan Cumhuriyetin güçlenmesi ve doğru zamanda dünya kamuoyuna Hatay'ın Türk yurdu olduğunu kabul ettirme düşüncesi akıllardan hiç silinmeyecek bir hedef olarak hafızalarda kalmıştı.

1920 Mondros Mütarekesi'yle Hatay Fransızlar tarafından işgal edilmiştir.20 Ekim 1921'de, Fransa ile imzalanan Ankara Antaşması'nın 7.maddesine göre Sancak,Suriye sınırları içerisinde kalacak;burada özel bir idare kurulup,Türk kültürünü geliştirmek için her türlü kolaylıktan yararlanılacaktır,resmi dil Türkçe olacak ve para birimi olarak da Türk lirası geçerli olacaktır.(4)Lozan Antlaşması da Hatay'ın Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına dahil olmasını sağlayamamıştır.

Türk Hükümeti Hatay'a bağımsızlık verilmesi için yaptığı toplantılardan bir netice alamamış,Fransa'ya nota vermiş ve Hatay Sorunu'nu ne kadar önemsediğini göstermiştir.Atatürk TBMM konuşmalarında Hatay konusu üzerinde durmuş ve vurgulamıştır.Fransa büyükelçisi ile olan bir konuşmasında ise: ''Hatay benim şahsi davamdır.Şakaya gelmeyeceğini bilmelisiniz.'' demiştir.(5)

Tüm bu gelişmelerin bir uzantısı olarak 27 Ocak 1937'de Milletler Cemiyeti'nde Hatay'ın bağımsızlığı kabul edildi.Fransa yaşadığı ve yaşayabileceği iç ve dış sorunları düşünerek Türkiye ile karşı karşıya gelmek istemedi ve askeri bir anlaşma yaptı.Anlaşma ile Hatay'da tarafsız bir seçim kabul edilerek,bunun için de bir kısım asker gücünün Hatay'a girmesine karar verildi.Kurmay Albay,Şükrü Kanatlı komutasındaki Türk birlikleri,Hatay'a girdi.13 Ağustos'ta seçimler yapıldı ve Meclis çoğunluğunu Türkler kazandı.Böylece bağımsız Hatay Cumhuriye 12 Eylül 1938'de kuruldu.Bu Cumhuriyet ise,30 Haziran 1939'da Türkiye'ye katılma kararı aldı.(6)

Türkiye'de cumhuriyetin ilanı ve Arap dünyasında mada rejimlerinin kurulması sürecinde ortaya çıkan karşılıklı ilgisizlik ve psikolojik uzaklık,Hatay'ın 1939'da Türkiye'ye katılmasıyla siyasi huzursuzluğu dönüştü.(7)

1980'lerin sonunda buna ek olarak su sorunu ortaya çıktı.Türkiye Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamında barajlar yapmaya başlayınca,Suriye bundan şikayetçi oldu ve kendisine yeterince su gelmediğini iddia etti.Su sorunu 1990'lı yıllardaki ilişkilerde oldukça önemli bir yer tuttu.Suriye bu su meselesini bir Arap meselesi haline getirdi ve bu bağlamda Arap Ligi'nin gündemine koydu.''Türkler Arap suyunu kontrol ediyorlar.'' diyerek de Arap Ligi'nde çeşitli kararlar çıkardılar.

Su ve PKK sorunları,Soğuk Savaş'ta iki ayrı blokta yer alan ve dış politikaları güvenlik algılamaları çerçevesinde şekillenen Türkiye ve Suriye arasında ,1970'lerden itibaren ortaya çıkan gerginlikleri artırıcı ve sistemsel sorunlar olarak nitelendirilebilir.İki sorun da,Türkiye-Suriye ilişkilerinin durumuna göre dış politika aracı olarak kullanılmıştır.Hafız Esad ülke içerisinde tehdit unsuru olarak görmediği Kürt azınlığı,Türkiye'nin elindeki su kozuna karşılık bir baskı aracı olarak periyodik biçimde kullanmak istemiştir.Türkiye'nin Suriye'yi düşman olarak algılayışı ise büyük ölçüde terörizm konusundaki endişelerinden kaynaklanmıştır.(9)

1979 yılında Şam yönetiminin Kürdistan İşçi Partisi(PKK) lideri Abdullah Öcalan'ı topraklarına kabul etmesi Türkiye ile Suriye arasında savaş çanları olarak nitelendirildi.Öcalan yıllarca Suriye'nin denetimindeki Lübnan'ın Bekaa Vadisi'nde ağırlandı,burada kurulan kamplarda PKK'lılara eğitim verildi ve örgütün kongreleri Suriye'de toplandı.

Tüm bu arka plandan sonra dönemin Kara Kuvvetleri komutanı Orgeneral Atilla Ateş Hatay ziyareti sırasında yaptığı sert uyarılar Türkiye'nin Suriye hakkındaki tutumunu açıklar nitelikteydi:Bazı komşularımız,özellikle ismini açıkça söylüyorum,Suriye gibi komşular,iyi niyetimizi yanlış tefsir ediyorlar.''(10)şeklindeki sert açıklamaları ve dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in :''Suriye'ye karşı mukabelede bulunma hakkımızı saklı tuttuğumuzu ve artık sabrımızın taşmak üzere olduğunu bir kere daha tüm dünyaya ilan ediyorum.''(11) şeklindeki açıklamaları devletlerin arasındaki ilişkilerin ne doğrultuda gittiğini göstermekteydi.

YAKINLAŞMA SÜRECİ
1998 yılında imzalanan Adana Mutabakatı ile birlikte Türkiye Suriye ilişkilerini gergin dönemlerini geride bırakmıştı ve normalleşme sürecine girilmiştir.İki ülke ilişkilerinin karşılıklı güven zemine oturtulmasına çalışılmıştır.(12)

Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in 2000 yılında vefat eden Hafız Esad'ın cenaze törenine katılması yaklaşık 10 yıl sürecek olan Ankara-Şam baharının başlangıcıdır.Bundan sonraki süreçte ilişkiler iyi yönde ilerlemiş,iki ülke birbirini yeniden tanıma sürecine girmiştir.

ABD'nin 2003'te Irak'a girmesiyle Suriye kendini güvensiz hissetmiştir.Irak'ın işgaliyle ekonomik ve siyasi olumsuzluklar yaşayan Suriye dış politikada yalnız kalmamak ve elini güçlendirmek için bir ortak arayışına girmiştir.Irak'ta olası bir Kürt devletinin kurulma ihtimali Suriye'yi rahatsız etmiştir.Irak'taki merkezi yönetimin güçlü olmasını isteyen Türkiye ve Suriye ortak bir paydada buluşmuşlardır.Yüzü Batı'ya dönük olan Türkiye ile yakınlaşma,Suriye'nin dış politikası açısından önem teşkil etmekteydi.Bu yakınlaşma Türkiye'nin Arap Dünyasına açılması,Suriye'nin de Batı dünyasıyla ilişkilerini geliştirme düşüncesinin anahtarıydı. 2008 yılında İsrail'in Gazze'yi abluka altına alması Türkiye tarafından sert bir dille kınanmıştır.Ardından da dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 2009 yılında Davos'taki çıkışı,İsrail ile Türkiye arasında gerginlik yaratmış ve Türkiye'nin İsrail karşıtı bir tutum içerisine girmesi Suriye yönetimi tarafından yakından izlenmiştir.

Cumhurbaşkanı Beşşar Esad'ın Türkiye'ye geldiği sırada yapılan karşılıklı görüşmeler sonucunda(16 Eylül 2009'da) Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi'nin kurulması kararlaştırılmıştır.Aynı gün içerisinde,Suriye ve Türkiye Dışişleri Bakanları,Türkiye ile Suriye arasındaki vizeleri kaldıran anlaşmayı imzalamıştır..


 
© 2013 Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler | Designed by Making Different | Provided by All Tech Buzz | Powered by Blogger