5 Şubat 2016 Cuma

MIDDLE EAST AND NORTH AFRICA

0 yorum

Regime Security over public safety


The conflicts raging across the Middle East and North Africa began in large part because entrenched rulers put their own interests and security above the safety and well-being of their people. In the countries that remain at peace, many leaders still embrace the same short-sighted priorities, raising the risk that they too could descend into disorder.
Although the Egyptian regime’s self-defeating drive against dissent—a violent campaign enabled by American and Gulf state aid—has been widely criticized, a number of other Middle Eastern states have escaped international attention while they quietly clamp down on already limited political participation and civil liberties. These include Morocco and Kuwait, where journalists and civil society activists found themselves under fresh assault in 2015. The United Arab Emirates sought to further restrict scrutiny of the country’s abhorrent labor conditions by denying entry to academic researchers, and Bahrain’s government, with little pushback from its U.S. ally, continued its shameful efforts to silence the opposition by stripping its leading critics, most of them Shiites, of their citizenship.
Saudi Arabia, one of the worst human rights abusers in the world, increased the number of executions to its highest level in 20 years, and tried to cover up its failure to safeguard participants in the annual Hajj pilgrimage after a stampede killed more than 2,400 people. The kingdom’s military campaign in neighboring Yemen showed a similar indifference toward protecting innocent lives.
Undergirding all of these cases is a model of governance that erodes the kind of long-term and inclusive stability the region desperately needs. By sacrificing public safety for regime security, these governments alienate and anger their citizens, squander public resources, and enfeeble the institutions that are necessary for sustainable political and economic development.
Also in 2015, relations between Israel and Palestinians remained combustible. In the aftermath of the previous year’s war between Israel and Hamas, which caused the deaths of over 2,100 Palestinians and 73 Israelis, the peace process was moribund. Right-leaning Israeli prime minister Benjamin Netanyahu won reelection in March, and the deeply divided Palestinian political institutions in the West Bank and Gaza were in disarray. The administration of President Barack Obama reportedly concluded that it would be unable to make significant progress on peace talks during the remainder of its term. Meanwhile, individual Palestinians carried out a series of knife and vehicular attacks on Israeli Jews, and Israeli security personnel responded with deadly force.

2 Şubat 2016 Salı

İsrail İşgali

0 yorum
İnsan Hakları İzleme Örgütü 19 ocak 2016 tarihinde Filistin özerk teşkilatı başkanı Mahmut Abbas ile Ramallah da yaptığı görüşmede, kendisine verdiği raporda, işgal edilen Filistin topraklarında yasadışı inşa edilen Siyonist işgal sitelerin yapımında uluslararası ve Siyonist firmaların yatırım yaparak katıldığını belirtti. Söz konusu rapor, "Siyonist rejim ticareti, Yahudi site inşaatında ticari firmaların faaliyetleri, insan haklarını ihlal ediyor" başlığı ile yayınlandı. Rapor, yasadışı faaliyetlerde bulunan firmaların uluslararası yasalarca belirlenen taahhütleri ve uluslar arası ticari faaliyetlerin hukuki boyutları, ayrıca söz konusu firmaların Siyonist rejimin Filistin milletlerine karşı ırkçı düzenine ortak olmaları, Filistinlilerin doğal kaynaklarına el koyarak yağmalamaları ve yine firmaların Siyonist rejimin sömürgecilik düzeninden yararlanma yöntemleri belirtiliyor.

En az yarım milyon Siyonist, doğu Beyt-ul Mukaddes, Ürdün nehri batı yakası ve işgal edilen Filistin topraklarında inşa edilen 237 sitede yaşıyorlar. Gerçi Siyonist rejim, inşa ettiği işgal sitelerinin olanaklarını sürekli arttırmaya çalışıyor, fakat sitelerin yayılmasında ticaret de önemli ve anahtar rolü söz konusu.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, Filistinli haklarının Siyonist rejimce ihlal etmesinde, ticari faaliyetlerin nasıl yardımcı olabileceği ve sitelerde çalışan firmaların ise sitelerin yayılması ve kalkınmasını nasıl sağlayabileceklerine değiniyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü, raporunu, işgal edilen Filistin topraklarında site inşaatının desteklenmesinde İsrailli ve uluslararası girişimlerin rolü üzerine odaklanmıştır. İnsan Hakları İzleme Örgütü raporunda söz konusu firmaların Filistinlilere ait arazilere el koyma ve onların doğal kaynaklarına sulta kurmasında ortak olduklarını belirtti. Bu yüzden söz konusu firmalar, aslında Filistinlilerin doğal kaynakları ve servetlerini yağmalamakla birlikte, yasadışı Siyonist işgal sitelerde yatırımlar yaparak, Filistin halkının haklarını açıkça ihlal etmekteler.

BM ticaret kılavuzu ilkeleri ve insan hakları maddelerine göre, firmalar insan haklarına saygılı olmalı, insan haklarını ihlal etmekle sonuçlanacak olan ticaretlerin seviyesini düşürmeli. Fakat mahiyeti zaten Cenevre konvansiyonuna tamamen aykırı olan yasadışı işgal sitelerin inşaatına katılan firmalar, işgal rejim ile işbirliklerine devam ettikleri sürece, Siyonist rejim ile Filistin halkının haklarını ihlal çalışmalarına ortak olduklarını inkar edemezler.
İnsan Hakları İzleme Örgütü ticaret bölüm başkanı Arvind Ganesan şöyle diyor: "Site inşaatında ticaret, söz konusu firmaların Siyonist rejimin Filistin halkının evlerinden edinmesi ve onlara karşı ırkçı siyasetleri ile inkar edilemez işbirliğidir. Zira onlar Siyonist rejim ile bu işbirliği sayesinde, Filistinlilerin doğal kaynakları ve arazilerinin çalınması ve yağmalanmasına yardım ediyorlar. Bu yüzden onların tek çıkar yolu, insan hakları yükümlülükleri çerçevesinde çalışarak, İsrail sitelerindeki faaliyetlerini durdurmalarıdır.

İnsan Hakları İzleme Örgütü, çeşitli firmaların Siyonist işgal sitelerindeki faaliyetleri ile ilgili raporunda, bazı firmaların direkt olarak site inşaatında çalıştıklarını, bazılarının ise site sakinlerinin ihtiyaçlarını karşılama veya kent hizmetleri sunmakta olduğunu belirtiyor. Söz konusu sanayi sektörün çalışma gücü de çok az maaşla çalıştırılan Filistinli işçilerden temin ediliyor. İşgal toprakların da sanayi sektörü çok hızlı bir şekilde gelişmekte. Örneğin 20 sanayi bölgede yaklaşık bin fabrika bulunuyor. Buna ilaveten, Siyonist rejim, Filistinlilere ait yaklaşık 9 bin 300 hektar tarım arazisindeki ekinleri denetliyor. Burada üretilen ürünler Siyonist rejim etiketleri ile ihraç ediliyor.

Söz konusu her iki tarzdaki işbirliği, Siyonist rejimin insan severlik uluslar arası yasaları çiğnemesini kolaylaştırıyor. Cenevre 4. konvansiyonu işgalci bir gücün, sivilleri başka yere sürmesini yasaklarken, Uluslararası Ceza Mahkemesi kurucu antlaşması, direk veya dolaylı olarak sivilleri göçe zorlamanın bir savaş suçu olduğunu belirtiyor.
Söz konusu firmaların ticareti, pratikte Siyonist rejim ordusunca Ürdün nehri batı yakasında Filistinlilere ait arazileri işgal etmek ve Siyonist yerleşimcileri bu topraklarda inşa edilen firmalara göz etmesine yardım ediyor. Siyonist rejimin bu eylemi, aslında uluslararası insan severlik yasaların açık ihlalidir. Zira söz konusu yasalar uyarınca işgalci güçler, işgal edilen toprakların kaynaklarına sulta kurmaktan men edilmiştir. Bölgedeki bazı arazilerin sahipleri Filistinlilerdir, fakat Siyonist rejim söz konusu Filistinlilerin, Siyonist işgal sitelerine yakın olan kendi arazileri ve tarım bölgelerine ulaşmasını büyük oranda kısıtlıyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, başta Ürdün nehri batı yakasında site inşaatı ile bağlantılı olan ve özellikle de çimento ve bina inşaatı alanında faaliyet yürüten firmaları eleştirerek, Siyonist rejimin site inşaatlarını genişletmek amacı ile site işgal sakinlerin ve söz konusu firmalara arazi, su ve altyapıları temin ederek onlara mali destek sağladığını belirtti.
İnsan Hakları İzleme Örgütü ayrıca Ürdün nehri batı yakasında site inşaatı alanında faaliyet yapan firmaların çalışmalarının durması gerektiğini belirtiyor; zira Siyonist siteleri bir çok konuda uluslar arası yasalar ve Filistinlilerin haklarını ihlal etmekte.

İnsan Hakları İzleme Örgütü ticaret bölüm başkanı Arvind Ganesan bu bağlamda şöyle diyor: Ticari firmalar, Filistin toprakları ve kaynaklarını kullanma konusunda kendi sorumluluklarını üstlenmeli, yasadışı site inşaatındaki işbirliğini kabul etmeli ve bedelini ödemeleri gerekir. Zira bu faaliyetleri Filistinliler ve haklarına önemli oranda hasar vermekte. Ticari firmalar bunu kabullenmeli , yanlış ve zaten yasadışı bir faaliyetten çıkar sağladıkları gafletinden uyanmalılar.
Siyonist rejim ordusu bir yandan Siyonist site sakinlerini işgal edilen Filistin topraklarına intikal ettirirken, diğer yandan Filistinlilerin kendi topraklarında geçişleri için kısıtlamalar getirerek, onları evlerinden avare edip, geniş bir şekilde insan hakları ihlallerini gözler önüne seriyorlar.

2000-2012 yılları arasında Siyonist rejimi, Filistinlilerin inşaat isteklerinin %94'ünü reddederek, bu insanlara kendi topraklarında inşaat izni vermemekte. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün araştırmalarına göre işgal altında Siyonist rejimin 11 madeninden 1'i , bir Avrupa firmasına aittir. Fakat korsan ırkçı rejim, 1994 yılından faaliyet yapan Filistinli bir firmaya yeni maden işletme izni vermiyor. Filistin Taş ve Mermer Birliği adı altında faaliyet yapan söz konusu firma, bağımsız bir şirket olarak ve en az 500 Filistinli firmanın temsilcisi olarak çalışıyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü ayrıca Siyonist rejimin sömürgeci siyasetleri ve girişimleri, Filistinlilere ait doğal kaynaklara el koymak ve yasadışı benzer olaylarda 3. taraf yani uluslar arası toplumun sorumlulukları konularında bazı tavsiyelerde bulunuyor.
Söz konusu rapor, Siyonist sitelerde yatırımdan yaralanan ilk tarafın, Filistinlilerin doğal kaynakları ve arazilerini yağmalayan, işgal siteleri inşaatını destekleyen, apartayd sistemini izleyerek, geniş çapta kontrol noktaları kurmakla Filistin halkına baskı uygulayan ve kendi kaynaklarını kullanma izni vermeyen Siyonist rejimi olduğunu vurguluyor.
Raporun sonunda uluslar arası firmalardan Siyonist firmalarda yatırım yapmayı bir an önce durdurmaları istenirken, bu yatırımların, onların ahlaki ve yasal sorumlulukları ve taahhütlerinin ihlali olduğu belirtiliyor

28 Ocak 2016 Perşembe

Müslüman Kardeşler - Kuruluşu ve İlk Yılları

0 yorum
Bir ilkokul öğretmeni olan Hasan El- Benna tarafından 1928 yılının Mart ayında Mısır’ın İsmailiye şehrinde kuruldu. Kurulduğu günden bu yana Mısır’da siyasi süreçleri etkilemesinin yanı sıra İslam dünyasının pek çok ülkesinde de İslami hareketler için siyasi-ideolojik temel oluşturduğu söylenebilir.
Hasan el-Benna, Nil deltasındaki El Buheyre şehrinin Mahmudiye kasabasında doğdu. Babası Ahmet bin Abdurrahman bin Muhamed el-Benna el Saati âlim olmasının yanı sıra geçimini saatçilikle sağlamaktaydı. El Saati, Mısırın meşhur İslam reformistlerinden Muhammet Abdal döneminde El Ezher’de öğrenciydi. Sünni-Hanbelî Fıkıh mezhebinin kurucusu Ahmed bin Hanbel’in Hz. Muhammed’in hadislerinin derlemesi olan ünlü eseri “Müsned” in yeni bir düzenlemesini kaleme almıştı. Bu eser, Hasan el-Benna’nın görüşlerinin şekillenmesine etki eden en önemli kaynaklardan biridir.
Onun katıksız bir İslam hükümeti ve İslam hukukuna dayalı Müslüman toplum inşası vaaz eden öğretisi, Hanbelî Fıkıh’ının güçlü etkisini taşır.
8 yaşından itibaren medresede din eğitimini almaya başlamıştır. El-Benna 12 yaşından 14 yaşına kadar hadisler ezberlemiş, Arapça gramer, kompozisyon ve şiir çalışmıştır. Bu sıralar Sünni tarikat çevreleriyle yakın ilişkiye girmiş, İslam tasavvufu üzerine yoğunlaşmıştır.
Benna bu dönemin bazı öğrenci olaylarına katıldı. 1919 yılında, 13 yaşındayken, Mısır’da patlayan İngiliz karşıtı eylemlerde yer aldı. “Cemiyetü’l Ahlakil Edebiyye” dergisinin başkanlığına seçildi.
17 yaşına geldiğinde Kahire’deki Dar’ül-Ülüm öğretmen okuluna kaydoldu. Mezun olduktan sonra İsmailiye kentinde öğretmen olarak çalışmaya başladı. Daha sonra cami ve kahvehanelerde yaptığı konuşmalar etrafına çok sayıda insanın toplanmasını sağlamıştır.
1928’in Mart’ında evinde toplanan 6 kişilik bir grupla İslam davası için yaşama ve ölmeye yemin ederek, “milletin kalbinde yeni bir ruh olarak” İhvan’ı Müslimin”in, Müslüman Kardeşler’in temelini atmıştır. 1933 yılına kadar âlimler, tarikat şeyhleri ve muhtelif dernekler gibi toplumun farklı kesimlerine ulaşmaya başladı. Bu etkinlikleri ve gelişmeler İhvan’ın merkezinin Kahire’ye taşınmasına neden olmuştur.
Burada erkek ve kız çocuklar için okulların, mescitlerin açılmasına önayak oldu.
Teşkilat faaliyetlerini dini, sosyal, kültürel, ekonomik ve sportif alanlar gibi farklı alanlara ayırmış ve bu çerçevede İskenderiye’de bir mescit ve bir merkez, Şebrühit’te bir lokal ve fabrika, Mahmudiye’de bir halı ve tekstil fabrikası ile tefsir-fıkıh eğitimi yapan bir medrese kurmuştur.
İsmailiye’deki İhvancılar genellikle eğitimsizdiler ve alt sınıflardan oluşuyorlardı. Burada, çimento işçileriyle ilişkiler geliştirildi. Kahire’de ise, örgüt toplumun daha üst tabakalarıyla buluştu ve onları etkileme fırsatı buldu. Bunlar arasında El Ezher’den azımsanmayacak sayıda öğrenci, memurlar ve mühendis, tekniker vb. türü vasıflı çalışanlar, işçiler, Mısır ordusunun subayları vardı.
Sayısal olarak örgütün büyüklüğü ile ilgili güvenilir tahminlerde bulunmak zor olsa da, Hasan El-Benna’nın 1928’de 6 kişiyle kurduğu örgüt, 1934 yılında 50 şubeye ulaştı. 5 yıl sonra şube sayısı 500’ü buldu.
Hasan El-Benna 1946’da yaklaşık 500 bin üyeleri olduğunu iddia etti. 1950’lerin ilk yarısında şube sayısının 1500’e, üye sayısınınsa 1 milyona ulaştığı tahmin ediliyor.
Gelişen süreçte, Müslüman Kardeşler Mısır’ın dışında da örgütlenme faaliyetleri başlattı. Filistin. Lübnan ve Suriye’ye temsilci gönderildi. Bunlar, Abdurrahman El Saati ve Muhammed Esat El-Hâkim’dir. Bunlar, Kudüs, Şam ve Beyrut’ta birçok camide kalabalıklara çeşitli konuşmalar yapıp, konferanslar düzenlediler. Daha sonra buralarda şubeler açtılar. Hareket giderek Ürdün, Sudan hatta Pakistan’a kadar yayıldı.

                      MÜSLÜMAN KARDEŞLER İDEOLOJİSİ

Anayasamız Kur’an, rehberimiz peygamber, en büyük amacımız Allah yolunda ölüm” sloganı, Müslüman Kardeşler’in ideolojisini en iyi şekilde açıklamaktadır.
Böylece İslam, insanların siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel yaşamının ayrıntısını düzenlemek üzere etkili bir sistem öneren bütünlüklü bir ideoloji olarak tanımlanmış olmaktadır.
30’lu yıllarda Müslüman Kardeşler, çalışma şekilleri ve kalkınma yolu üzerine 1, 2 gibi bazı programlar belirlediler. Hasan El-Benna’nın “Hatıraları”nda yer alan bu programın bazı maddeleri şöyledir:
- Evlerde, camilerde konferanslar verilmesi. Salı Günü Dersleri’nin kurumsallaşması,
- Çeşitli yayın ve risalelerin yayınlanması,
- Şube sayısının artırılması,
- Beden eğitimi ve izci örgütlerinin düzenlenmesi,
- Üniversitelerde ve diğer okullarda davanın kök salması, öğrenciler kısmının kurulması ve el Ezher in ilim adamı ile öğrencilerin çalışmalarından yararlanması.
- İslami-ulusal davaların özellikle Filistin davasının desteklenmesine katkıda bulunulması,
- Misyonerlik hareketlerine karşı koyma ve dini öğretinin teşvik edilmesi gibi İslami hareketlere katkıda bulunulması,
- İslami açıdan kusurları bulunan hükümetlere karşı çıkılması ve partizanlığa karşı çıkılıp açıkça İslami usullere çağrılması,
- Siyasi partilerin kapatılması, çünkü İslam’ın birleştirici özelliğinin olduğu ve Müslümanların ülkelerinin esenliği için birbirleriyle işbirliği halinde hareket etmeleri gerektiği,
- İslam devletinin amacının İslam hukukunu hakkıyla uygulamak olduğu.
Müslüman Kardeşler’in devlet yönetimiyle ilişkilerine gelince: Bu ilişkiler yer yer gerilse de genellikle iyi düzeyde olmuştur. Müslüman Kardeşler, 1937’de misyonerlikle ilgili olarak Kral Fuat’a verdiği muhtırada bile şöyle hitap etmektedir: “Dinin sırlarının koruyucusu, İslam’ın ve Müslümanların destekçisi, Mısır’ın sayın fedakâr hükümdarına…
Müslüman Kardeşler’in parlamento binasına mescit açılması için hükümete yaptığı başvuru olumlu karşılanmakta, hemen mescit yapılmakta ve bu başvurudan dolayı Müslüman Kardeşler’e teşekkür mektubu gönderilmektedir.
Hükümet pek çok defa Müslüman Kardeşler’e maddi yardımlarda bulunmuştur.
Ancak zaman zaman hükümetin Müslüman Kardeşler’e yönelik sert tutumları da olmakta, Hasan El-Benna dâhil pek çok militanın gözaltına alındığı veya tutuklandığı bilinmektedir.
Müslüman Kardeşler, topladıkları bağış paralarıyla kurdukları matbaalarda çeşitli gazeteler çıkarmaya başlamışlardır. 1946’da günlük bir gazete çıkardılar. Hasan El Benna’nın damadı Sait Ramazan 1950’de El Müslimin adında bir aylık dergi çıkardı. Daha sonra derginin başına Seyyid Kutup geçti.
Müslüman Kardeşler 1928’deki kuruluşundan 1936’ya kadar esasen dini planda etkin, bir tür sosyal yardım ve dayanışma hareketi olarak görülürken, 1936, Müslüman Kardeşler’in Arap Ortadoğu’sunun meselelerine ilk olarak karıştığı, dolayısıyla örgütün tarihinde bir dönüm noktası oluşturan yıl olmuştur.
Bu yıl içinde, Filistinlilerin, topraklarında İsrail’in genişlemesinin yol açtığı rahatsızlıkla İngiliz manda yönetimine karşı ayaklanması, İhvan’a siyasal etkinlik sağlaması için beklenmedik bir fırsat sundu. İhvan, Filistin’e tam destek verdi. Ve onlar için bağış kampanyası başlattı.
İhvan’ın Filistin ayaklanmasına aktif destek ve katkı vermesi, Mısır dışında daha güçlü şekilde yayılmasını sağladı. Bu dönemde İhvan’ın asıl siyasal yönelimi İngiliz karşıtlığı olmuştur.
1939 yılına kadar İhvan siyasal güç olarak çok büyük bir gelişme ve büyüme göstermiş, özellikle kırsal kesimde iyi örgütlenmiş bir güç haline gelmiştir. Artık Mısır siyasetinde El Benna’nın aktif desteği çok daha fazla aranır olmuştur.
Fakat Benna siyasete girmeme konusunda kararlıdır ve yönetimin dışında kalmaya özen göstermiştir. Ancak aynı dönemde, Benna, hatırı sayılır bir kitle desteğine sahip olan milliyetçi Vafd Partisi’ne karşı bir kampanya başlatmış ve Vafd’ın yeni oluşan “Pan Arabist” siyasi konjöktörde direnci düştükçe, buna paralel olarak, Müslüman Kardeşler’in gücü artmıştır.

MUSLİM BROTHERHOOD - AFTER 1960s

0 yorum
In 1970, Anwar Sadat became a president of Egypt and he was known as a close friend of the big devil the USA. Until his presidence Egypt had always been fought with Israel for Palestine however Sadat tried to find a middle road with Israel and it would be the end of the begining for him. In 1978, he signed the Camp David treaty with Israel government in the USA. According to that treaty the seventy perccentage( %78 )of Palestine had been given to Israel and the Sina peninsula given to Egypt. Of course that action caused the extremely huge hostility against to Anwar Sadat. As a conclusion on 6 October in 1981 he was killed by the member of Brotherhood Khalid Islambouli at the centre of Cairo. 
      
                      https://www.youtube.com/watch?v=G92qf_1Rrsg You can see the conspiracy.

And after that the organization was probihited and members were banished from Egypt. Hosni Mubarek in power. In 2005 brothers had won 88 chairs as a free candidates from the assembly in the first free elections. Nevertheless, in 2008 they were prohibited again by the Mubarek government. 

Mohammed Amin al-Husseini - Muslim Brotherhood in Palestine

0 yorum

MUSLIM BROTHERHOOD - THE MOVEMENT IS ON

0 yorum
                As I said in the foundation article, the Palestine problem was a crucial issue for Muslim world because of Jarulsalem's importance. After the collapsing of Ottoman Empire, Jews migration had been started increasingly day on day. Due tothis reason Hasan El Benna went to Palestine for establishing the branch of the Brotherhood in 1935. At the same year Muhammad Emin El-Huseyni was selected as a leader of Palestine brothers. He was a officer of Ottoman Army in the Dardanelles War in 1915. He is called as a pioneer of National Movement of Palestine and had tried to deny sale of properties to Jews. In the Second World War time El-Huseyni supposed to the Hitler propagandas which were against the Jews and met him in Berlin in 1941.

     In the following years 40 branches of the Muslim Btorherhood were established. Number of members year on year ;

* 1936---- 800
* 1938---- 200.000
* 1948---- 500.000

Furthermore, Brother did not just establish the branches they also founded hospitals, factories, schools and mosques. By that way Brother's propaganda had been reached millions of Muslim easily.

                                        Muslim Brotherhood in Egypt

               As I mentioned above the number of Brothers had reached to 500.000 and that was horrible score for a new organization. Government of Egypt was started to disturbed by the growing of the MB. In 1948 Brothers attempted to assasinate to president of Eygpt Mahmod Nukrashi Pasha and they killed him. We can say that was the first terrorist action of the Brothers. At the same year, the martial law was proclaimed and the movement prohibited in Egypt and the founder of Brotherhood El Benna was killed by police in Cairo as a reprisal by government. 

         In 1952, The Egypt monarchy was demolished by the ''Free Officers'' called as a 23 July Revolution. In fact, the Brothers had supposed the officers however the new government that was set by revolutionarists wanted to establishing the new secular constitution. Of course the Brothers started to demonstrations against the new government and the movement was prohibited and the leaders of movement were banished to Saudi Arabia, Jordan, Lebanon and Syria and many of them were put in jail for many years. 

        In 1966, they had planned a new conspiracy against to Nasır ( called as a socialist Nasır, he was very closed to the USSR at the Cold War ) however they had failed and three leaders of Brother were hanged by the oder of president Nasır. One of them Sayyid Qutb.
  

 
© 2013 Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler | Designed by Making Different | Provided by All Tech Buzz | Powered by Blogger