31 Ocak 2016 Pazar

Neo-Gramscian( Antonio Gramsci) Okul - 1

0 yorum
          Neo-Gramşiyan (Neo-Gramscici) Okul‟un öncülerinden sayılan Robert W. Cox‟un çalışması büyük ölçüde Gramsci‟nin düşüncelerine dayandığı için önce Gramsci‟nin temel düşüncelerine kısaca bakmakta fayda vardır. İtalyan Komünist Partisi‟nin kurucularından olan Antonio Gramsci Frankfurt Okulu üzerinde doğrudan büyük bir etki yaratmamış olsa da çalışmalarıyla Batı Marksizmini derinden etkilemiştir. Gramsci çalışmalarını Avrupa‟daki işçilerin cephelerde birbirlerine karşı savaştığı ve faşizmin yükseldiği bir ortam ve dönemde verdi. Bu ortamda milliyetçiliğin sınıfsal aidiyetlerin üzerine çıktığı gözüküyordu.  Anlaşıldığı gibi Batı Marksizmi bu dönemde birkaç önemli soru ile karşı karşıya kalmıştı. Bu bağlamda Gramsci‟nin teorik çalışmasına ışık tutan temel soru „„neden Batı Avrupa‟da devrimi ilerletmek bu kadar zor olmuştur?‟‟ üzerineydi. Marx sonuçta devrimin gelişmiş kapitalist toplumlarda meydana geleceğini varsaymıştı. Oysa devrimi ilk gerçekleştiren geri kalmış Rusya‟daki Bolşevikler oldu.

       Gramsci‟nin cevabı hegemonya kavramında yatmaktadır. Gramsci‟nin hegemonya anlayışı benimsediği güç anlayışıyla bağlantılıdır. Bu noktada Nicholo Machiavelli‟den etkilenen Gramsci gücü kısmen insan (ideolojik gücünü ve rızayı temsil eder) ve kısmen hayvan (fizik gücünü, baskıyı temsil eder) olarak tasvir edilmiş mitolojik bir figür olan centaur gibi görür, yani Gramsci‟ye göre güç zorlama/baskı ve rıza karışımıdır. Geleneksel Marksistler düzenin nasıl sürdürüldüğü düşünürken devletin zor/baskı uygulamaları ve araçlarına odaklanmışlardı. Mesela Lenin zamanında devleti “bir sınıfın diğerini ezmek için bir mekanizmadan ibaret olduğu” ileri sürmüştü. Bu açıdan sömürülenleri sistemi devirmekten alıkoyan (devletin uyguladığı) baskı ve korkuydu. Gramsci bu anlayışın devrim öncesi Rusya gibi toplumlarında geçerli olabileceğini kabul ederken, bunun gelişmiş batı toplumlarında geçerli olamayacağını ileri sürdü. Bunun nedeni ise batı toplumlarında sistemin baskıya değil rızaya dayanarak sürdürülmesinden kaynaklanmaktaydı.

1128 Akademisyen Bildirisi ve Tepkilerin Yorumlaması

0 yorum
İş edindim, oturdum, 1128 imzayı, tek tek sıfatlarıyla ve hangi üniversitelere mensup olduklarını anlamak amacıyla saydım ve –genelleme yapılmasını önlemeyecek hataları içerecek olsa da– bir istatistik çıkarttım:
       1128 imza, Türkiye ’nin 89 değişik üniversitesine mensup. İmzacıların 155’i akademik unvan olarak profesör sıfatı taşıyor. Daha ilginç istatistik yurt dışındaki üniversitelere mensup olarak 1128 imza arasına girmiş olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyla ilgili. 120 dolayındaki Kuzey Amerika (ABD ve Kanada) ve Avrupa üniversitelerine mensup, aralarında 20 profesör unvanlı akademisyen, dünyanın en gelişmiş ülkelerinin aralarında yer aldığı 17 değişik ülkede çalışmakta olan Türkiye’nin beyin ihracını temsil ediyorlar.  89’u Türkiye’de, 120 dolayında olan Türkiye dışında, yaklaşık 200 üniversitede ve neredeyse tüm “bilim dalları”nda çalışan ve görev yapan, aralarında 155 kadarı profesör unvanlı, ezici çoğunluğu, kendi çalışma alanında “doktor”sıfatını taşıyacak, yani üzerinde çalıştıkları konunun “doktorası”nı yapmış insanlar. Türkiye’nin muhtemelen “en büyük ve geniş bilgi birikimi”ni temsil ediyorlar. 1128 kişi, “Barış için Akademisyenler”adlı girişimin “orijinal imzacıları”; sayıları şu anda 2000'in üzerine çıkmış durumda. 1128 kişi, dünyanın kalburüstü entelektüelleri ve düşünürleri arasında yer alan Noam Chomsky, Immanuel Wallerstein, Etienne Balibar gibi isimlerin yer aldığı 355 yabancı “aydın ve akademisyen”den destek almıştı.

       Türkiye’nin 89 üniversitesinin yanı sıra, Türkiye dışındaki en gelişmiş ülkelerin aralarında yer aldığı 17 ülkedeki 120 üniversitede çalışan, aralarından 200 kadar kişinin profesör unvanı taşıdığı, bilimin her dalında çalışma yürüten, binlerce, onbinlerce öğrenci yetiştirmiş ve yetiştirmekte olan söz konusu bu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’na göre, “sözde aydın”, “karanlık” ve “cahil” ve de “oluk oluk dökülecek kanlarının altında duş yapılacak” olan “vatan hainleri”… 

Bu arada, dünyada kime Chomsky, Wallerstein, Balibar gibi isimlerin “cahil” ve “sözde aydın” olduğunu söyleseniz, aklınızdan zorunuz olduğunu düşünürler.

  Doğru dürüst bir üniversite diploması bulunmayan ve “aydın” kimliği taşımayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin 89, Türkiye dışının 120 üniversitesine mensup 1128 akademisyeni, “cahil” ilan etmesinin ve “devletin kurumları tarafından cezaya çarptırılmaları”nı bir “talimat uslubu”yla ifade edip, sıradan bir davranış haline getirdiği anayasa ihlallerinden birini daha gerçekleştirdikten sonra, asıl vahim konuşmasını, önceki gün yaptı. Onun sözleri: 

“Kapkara bir bildiri yayımlayıp katliamların altına imza koyan akademisyenleri şiddetle tekrar kınıyorum. Milletimizin kimin kim olduğunu çok daha yakından anlamalarını istiyorum. Yani önünde bir profesör, doçent bilmem ne olması kimseyi aydın yapmaz, bunlar kapkaranlık insanlardır. Bunlar zalimdir, alçaktır, katliam yapanlarla birlikte olanlar da aynı suçu işlemişlerdir.”

    Bu iktidar kendisini “dünyadaki idrak”in gözünde bitiriyor. Örneğin, Erdoğan’ın Türkiye’ye çağırdığı Noam Chomsky, sadece onun davetini reddetmekle kalmadı, dünyanın çeşitli ülkelerinden –İtalya, İspanya ve Portekiz’den Brezilya’ya uzanan alanda “100 aydın”ı örgütleyerek, 1128’ler ile “dayanışma bildirisi” yayınlattı. Şu sıralarda İngiltere basınında yayımlanmak üzere Britanya üniversitelerinde 1128’ler ve onların yayınladıkları metin ile dayanışma için “imza kampanyası” başlatıldı. Oxford, Cambridge, London School of Economics (LSE), SOAS, Londra Üniversitesi, Exeter, Leicester, Sussex, Essex, Warwick, Edinburgh, Glasgow, Belfast, Leeds, Nottingham, vs. üniversiteleri mensubu akademisyenlerin imza sayısı, dün itibarıyla, 300’e dayanmıştı.  

           Bununla birlikte, zulme ve akıl dışılığa dayalı hiçbir iktidarın çok uzun ömürlü olamayacağını da biliyoruz. Yani, asıl büyük kaygımız, iktidarın ömrüyle ilgili değil. Yani, asıl soru “ne zamana kadar?” değil.
Ömrü bittiği vakit, Türkiye’ye vermiş olduğu tahribat, acaba Türkiye’yi de bitirecek mi sorusu...

Bosnia War

0 yorum
         In the aftermath of the Second World War, the Balkan states of Bosnia-Herzegovina, Serbia, Montenegro, Croatia, Slovenia and Macedonia became part of the Federal People’s Republic of Yugoslavia. After the death of longtime Yugoslav leader Josip Broz Tito in 1980, growing nationalism among the different Yugoslav republics threatened to split their union apart. This process intensified after the mid-1980s with the rise of the Serbian leader Slobodan Milosevic, who helped foment discontent between Serbians in Bosnia and Croatia and their Croatian, Bosniak and Albanian neighbors. In 1991, Slovenia, Croatia and Macedonia declared their independence; during the war in Croatia that followed, the Serb-dominated Yugoslav army supported Serbian separatists there in their brutal clashes with Croatian forces.

          In Bosnia, Muslims represented the largest single population group by 1971. More Serbs and Croats emigrated over the next two decades, and in a 1991 census Bosnia’s population of some 4 million was 44 percent Bosniak, 31 percent Serb, and 17 percent Croatian. Elections held in late 1990 resulted in a coalition government split between parties representing the three ethnicities (in rough proportion to their populations) and led by the Bosniak Alija Izetbegovic. As tensions built inside and outside the country, the Bosnian Serb leader Radovan Karadzic and his Serbian Democratic Party withdrew from government and set up their own “Serbian National Assembly.” On March 3, 1992, after a referendum vote (which Karadzic’s party blocked in many Serb-populated areas), President Izetbegovic proclaimed Bosnia’s independence.

29 Ocak 2016 Cuma

Yeni Düzen ve Amerika

0 yorum
     Bugün 19.yy da Fransız İhtilali ile ortaya çıkan ''yeni düzen'' de dahi dünya 5 den büyük değildir. Son zamanlarda Cumhurbaşkanı T.Erdoğan'ın sürekli savunduğu dünya beşten büyüktür argümanı esasen reel politikte bir anlam ifade etmemektedir. Örneğin Viyana Kongresi 6 başat ülke tarafından gerçekleştirilmiştir ve onlar ne derse o vuku bulmuştur yani olay şudur ki kim güçlüyse onun dediği olur ve Uluslararası Hukuk yapısı realist teoride bir anlam ifade etmez. 20. yüzyılın başında meydana gelen 1.Dünya Savaşı büyük bir kırılma teşkil eder dünya tarihi açısından. Milletler Cemiyeti' nin kurulması ve ABD süper gücünün doğumu bu savaşı en önemli kılan ögelerdir. Birçok akademisyenlerin sürekli savunduğu şey topyekün savaş ve imparatorlukların sonu açısından yaklaşırlar ancak ben bu konuda farklı düşünüyorum. Milletler Cemiyeti bilindiği üzre başarasız olmuş lakin Birleşmiş Milletler ' in temeli sayılmıştır ki BM ileriki yıllarda emperyal güçler için dünyayı yönetmek maksadıyla eşi benzeri daha önce görülmemiş bir olanak sağlayacaktı. İkinci olarak ABD süpergücünün doğumundan bahsettim oysaki bize genelde bu tarih 1945 sonrası dönem olarak gösterilir hatırlayacaksınız ki İngiltere savaşı kaybetmemek için dünya liderliği ünvanını resmen olmasa da Amerika' ya devretmiştir. Ben ise bu süpergücün doğumunu dünya harbine ve Wilson ilkelerinin ortaya atıldığı döneme bağlıyorum.

          Tarih derslerinden de bildiğimiz gibi Wilson ilkelerine göre uluslar kendi kaderlerini kendileri belirleyecek ve bir yerde hangi millet fazla ise orası hakkında söz sahibi onlar olacaktı. Bu aslında şu demekti Amerika başat güçler masasına oturup; bu zamana kadar siz sömürdünüz  artık benim zamanım geldi demiştir'' . Ülkelere bağımsızlıklarını kazandırmıştır ki kendisi ''yeni düzen''ini kurabilsin. Ve şuan hemen her ülke bu kurulan çarkın bir parçası haline gelmiştir ileriki yazılarımda bunu daha detaylı anlatacağım..

Aristoteles

0 yorum
      Aristoteles ( İ.Ö. 384 – 322 ) Selanik yakınlarında bir yunan kolonisi olan Stageria‘da doğdu. Babası Nikomakhos, doktorluk sanatını babadan oğla aktaran bir aileden olup, Makedonya kralının doktoru idi. Oğluna da doktorluk üzerine birçok şey öğretmiş olmalı. Aristoteles 18 yaşında Atina’ya gelir. Atina’da metoikos statüsündedir. İ.Ö. 367 yılında Atina’ya gelip Akademia’ya giren Aristoteles, hocası Platon’un ölümüne kadar 20 yıl Akademia’da kalmış burada hem Platon’un öğrenciliğini yapmış, bir yandan da Akademia’da dersler vermiştir. Doktor ailesinden aldığı pozitif bilim anlayışı ve gözlemden çıkarılan bilgiye değer verişi üzerine, Platon’un akla güven ve akıldan çıkarılan bilgiye önem verişi binmiştir. Bu iki etki birlikte Aristoteles’in düşüncesini belirlemiştir.

                                    Aristoteles’in Sıradüzenli Dünya Görüşü 

         Aristoteles, teolojik bakış açısına uygun olarak, evreni bir sıradüzeni ( hiyerarşi ) içinde görür. Evrende en yetkin varlık, salt form olan tanrıdır. Sonra göksel varlıklar gezegenler, gelir. Ruh taşıyan canlı varlıklardır onlar da. Tanrıya en yakın vatlıklardır. Canlılar aşağıdan yukarıya doğru şu üç aşama içinde sıralanmışlardır.  En altta bitkisel ruha sahip varlıklar dünyası, “bitkisel dünya” vardır. Bunlarda tüm canlıların ortak öğesi olan doğmayı, beslenmeyi, büyümeyi ve ölmeyi içeren “bitkisel ruh” vardır yalnızca. Onların üstünde bitkisel ruh yanı sıra, acı duyma, istek duyma gibi duyguları kapsayan “hayvansal ruh”a da sahip “hayvansal dünya” vardır. Canlılar dünyasının en üst katında ise, bitkisel ve hayvansal ruhların yanı sıra “akılsal ruh”a sahip olan “insanlar dünyası” vardır. Böylece evrende varlıklar cansız varlıklardan, bitkilerden tanrıya dek eşitliksizçi bir düzen, bir sıradüzeni içinde yerlerini alır.

Herakleitos Felsefesi

0 yorum
         İonia doğa felsefesini son düşünürlerinden biridir. Düşünceleri doğa felsefesinden insan felsefesine geçişi temsil eder. Herakleitos’a göre evrendeki her şey sürekli bir yanış içindedir. Herakleitos’un bu yanma benzetmesi ile anlatmak istediği, her şeyin bir varoluş, değişme ve yok oluş süreci içinde olduğudur. Bu düşüncesini dile getiren öteki benzetmesi, ırmağa giren insandır. Aynı ırmağa iki kez giremeyiz; İkinci girişimiz de hem ırmak hem de biz değişmiş oluruz. Herakleitos evrendeki değişmenin, örneğin sıcak ile soğuk gibi zıtlıkların sürekli savaşının ürünü olduğunu söyleyerek “diyalektik” i diyalektik bakış açısını da düşünce tarihine armağan etmiştir. Herakleitos’a göre, zıtlıkların arkasında bir “birlik”, değişmelerin arkasında bir “değişmezlik” vardır ki ona “logos” adını verir. Logos Eski Yunanca’da söz, akıl anlamlarına gelmektedir. Logos’u “evrensel akıl olarak görür. Đşte insan aklı da bu evrensel, bu tanrısal akıldan alınmış bir paydır. Bu nedenle akıl, bütünler insanlar için aynıdır.

28 Ocak 2016 Perşembe

Bosnia War

0 yorum



Yunanistan Mali Krizi ve Diğer Ülkelere Etkisi

0 yorum
Asıl Avrupa Birliği’ni endişelendiren ve Uluslararası Para Fonu (IMF) ile ortaklaşa kurtarma paketi hazırlanmasına neden olan Yunanistan mali krizine bakacak olursak süreç şöyle cereyan etmiştir: Son yıllarda kamu harcamalarını aşırı artıran Yunanistan’da borç yükü de yükselmişti. Bu dönemde kamu sektöründe çalışanların maaşları da ikiye katlandı. Bununla beraber yaygın şekilde vergi kaçakçılığı vakalarının görülmesi gelir vergilerine de darbe indirdi. Avrupa Birliği’nin Yunanistan’da kamu sektörünün yeniden yapılandırılması için görevlendirdiği heyet 60 milyar Euro’luk vergi kaçağı tespit etti. Bu oran kaçırılan ya da toplanamayan vergilerin Yunanistan’ın gayri safi yurt içi hasılasının (GSYİH) yüzde 25’ine yaklaştığını gösteriyordu. Yunanistan’ın 2011 yılı bütçe açığı gayri safi milli hasılasının (GSMH) yüzde 13,6’sına denk düşmekteydi. Bu rakam, Euro bölgesi ülkelerine konan sınırın tam dört katıydı. Finans piyasaları Yunanistan’ın borcunun çok ciddi boyutlara ulaşması ve bu nedenle de büyük bir krize girmesinden endişe etmekteydiler.

           Buradaki esas risk, ülkenin borcunu çevirmek için gereken parayı bulamaması ve giderek büyüyen borcunun faizini ödeyememesi durumuydu ve korkulan olmuştu. Böylece 2000’lerin sonundaki küresel ekonomik kriz  Yunanistan’ı hazırlıksız yakalamış oldu. Hürriyet gazetesinin haberine göre; “Yunanistan mali krizinin diğer ülkelere etkisi, Euro Bölgesi içindeki herkes ve Euro bölgesiyle ticaret yapan herkes, Avrupa ortak para birimi üzerindeki etkileri yüzünden bu durumdan etkilenmektedir. 2011 yılında Yunanistan’a ortaklaşa kredi verme konusunda anlaşan Euro kullanan ülkelerdeki vergi mükellefleri, bir anlamda Yunanistan’ın borç yükünü de üstlenmiş oldular. Yunanistan’daki sorunların domino etkisi yaratarak Portekiz, İrlanda, İtalya ve İspanya gibi Euro Bölgesi’ndeki nispeten zayıf ülkeleri de etkilemesinden korkulmaktadır. Bu kaygılar, kamu borçları üzerindeki faiz oranlarının artmasına yol açarken, dolayısıyla, bu ülkelerin piyasalardan borçlanmasını daha pahalı hale getirmiştir. Euro Grubu Başkanı Jean-Claude Juncker, Yunanistan’ın borç krizinin, dikkatlice yönetilmezse Belçika ve İtalya dâhil en az beş Avrupa ülkesine daha yayılabileceği uyarısında bulunmuştur.”

            Çipras'ın gelişiyle Yunan ekonomisi yukarıya doğru bir ivme yakalar mı derseniz bence bu yakın vadede oldukça zor gözüküyor..

Hükümetlerarasıcılık (Inter-governmentalism) ve Entegrasyon

0 yorum
            Hükümetlerarasıcılık klasik realizmin Avrupa bütünleşmesine uyarlanmış şeklini ifade etmektedir. Realizmin önde gelen isimlerinden Stanley Hoffman, 1970’li yıllarda Avrupa’da dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle’ün başını çektiği milliyetçi politikalarından etkilenmiş, bu yıllardaki gelişmelerin sistematik analizini yapmış ve neo-fonksiyonalizmin eleştirisini yaparak hükümetlerarasıcılığını ortaya atmıştır. Bu sorgulamayı yaparken Morgenthau’nun realist teorilerinin temel savı olan devlet-merkezli yaklaşımı benimsemiştir.19 Buna göre, Avrupa entegrasyonu ile ulusların bütünlük ve egemenliklerinin korunması farklı iki olgu olmayıp birbirini tamamlayıcı nitelikte olup birlikte ortak sorunların çözümü için devletler birbirlerine ihtiyaç duymaktadır. Bu kuram önce Fransa’da, daha sonra İngiltere’de popüler olmuştur.

    1980 ve 1990’larda meydana gelen olaylar neticesinde neo-fonksiyonalist teori tekrar önem kazansa da hükümetlerarasıcılık günümüze kadar tartışılmaya devam etmiştir. Özellikle karar alma sürecinde Bakanlar Konseyi’nin baskın olması, üye ülkelerin kendi anayasalarına sahip olmaları ve diğer ülkelerle ikili antlaşmalara imza atmaları, ulusal politikalara devam etmeleri, marş, bayrak ve AB vatandaşlığı gibi sembollere rağmen Avrupa ülkelerinin kendi marş vb. sembollere bağlılığını sürdürmeleri bu kuramın ne kadar güçlü olduğunu bizlere göstermektedir.
Andrew Moravcsick, Avrupa Tek Senedi örneğinden yola çıkarak neo-fonksiyonalist ve hükümetlerarasıcılık teorilerinin eksiklerini saptayarak ortaya liberal hükümetlerarasıcılık adında yeni bir Avrupa Bütünleşmesi teorisi ortaya atmıştır. Buna göre, liberal hükümetlerarasıcılık bireyler, ulusal baskı gruplarını önemli görmekte, iç-dış politika ayrımı yapmamakta ve yüksek politikada işbirliğini olanaklı görmektedir.

       

Federalizm

0 yorum
        Federalizm, bütünleşme teorileri arasında en sıkı entegrasyonu öngören bir modeli oluşturmaktadır. Buna göre, devletlerarasındaki sorunların çözümü, egemenliğin ulus-üstü bir yapılanmaya doğru gittiği ve anayasal bir düzen tarafından federe devlete devredildiği oluşumu öngörür. Buna ulaşmanın iki yolu bulunmaktadır: Birincisi, ABD örneğinde olduğu gibi kurucu bir antlaşma ile diğeri ise, hükümetlerin yaptığı pazarlık sonucunda ortaya çıkan hükümetler arası antlaşma ile.

Frankfurt Okulu ve J.Habermas Eleştirel Kuramı

0 yorum
         Eleştirel Teori‟nin kökeni, 1920 ve 1930‟larda Frankfurt‟ta Sosyal Araştırmalar Enstitüsü etrafında toplanan Theodor Adorno, Max Horkheimer, Herbert Marcuse, Walter Benjamin, Eric Fromm gibi orta sınıftan gelen ve sol eğilimli Alman Yahudisi yazarların çalışmalarına dayanmaktadır. Günümüzde bu düşünürlerin mirasını sürdüren en önemli isim ise Alman düşünür Jürgen Habermas‟tır. Toplumu analizde ekonomik altyapıya odaklanan geleneksel Marksistlerden farklı olarak Frankfurt Okulu düşünürleri, sanayi toplumu, ideoloji, medya, estetik, psikanaliz vb. konular hakkındaki sorunlara odaklanmışlardır. Diğer bir ifadeyle bu yazarlar toplumun analizinde siyasi ve kültürel üst yapıyı merkeze almışlardır.
               
           Bu düşünürlerin bir diğer özelliği ise, Marx‟ın inandığı şeklinde proleteryanın günümüz toplumunda özgürleşme dönüşümü için potansiyelinin kalmadığı kanısına varmaları olmuştur. Bu bağlamda tüketim toplumunun yükselmesiyle işçi sınıfının sistem tarafından emildiğini ileri sürmüşlerdir. Marcuse‟ye göre, “tek-boyutlu” bir toplumda çoğunluk bu toplumun alternatifini düşünemez hale getirilmiştir.  Frankfurt Okulu‟nun yazarları genelde yerleşik teorik analizlerde dışlanan bilgi ve toplum arasındaki ilişkiye dikkat çekerek bilgi iddiaların politik doğası olduğunu belirtmişlerdir. İşte tam da bu kabule dayanarak Horkheimer “geleneksel” ve “eleştirel” olarak tanımladığı iki teori kavrayışı arasında bir ayrım yapmıştır.
   
        Eleştirel” teori kavramı ilk olarak 1937 yılında Max Horkheimer tarafından “Geleneksel ve Eleştirel Teori” adlı makalesinde ortaya atılmıştır. Horkheimer, toplumun değişimiyle ilgilenmiş, ancak buna ışık tutacak teorilerin gelişiminin doğa bilimlerindeki gibi olamayacağı görüşüne varmıştır.  Haliyle sosyal bilimcilerin, ilgilendikleri konudan/alandan bağımsız olma anlamında, doğa bilimlerdeki bilim adamları gibi olamayacağı, çünkü sosyal bilimcilerin inceledikleri toplumun bir parçası olduğu belirtilmiştir. Horkheimer‟e göre, bilgi ve güç/iktidar arasında yakın bir ilişki vardır. Bu ilişkiyi deşifre etmek isteyen  Horkheimer “geleneksel” ve “eleştirel” teori ayrımını dile getirdi: geleneksel teori dünyayı, bilim aracılığıyla keşfedilmesi beklenen bir dizi olgular/gerçekler olarak görmektedir. Böylece geleneksel teori, teorisyeni incelediği nesnenin dışında görür.

        Doğa bilimleriyle benzer bir biçimde, inceleyen (özne) ve incelenen (obje/nesne) arasında katı bir ayrım olmasını savunur. Diğer bir deyişle, geleneksel teori inceleyenin (teorisyenin) değer yargılarını, ideolojisini ve inançlarını dışarıda bırakarak dünyanın objektif bir şekilde incelenebileceğini kabul etmektedir. Buna göre, gerçek bir teori değer yargılardan bağımsız olandır.  Bu bakış açısı pozitivizmi yansıtmaktadır. Horkheimer‟e göre bu anlayış zararlıdır, zira insan hayatı üzerinde artan manipülasyonu teşvik etmektedir. Bu anlayış sosyal dünyayı, doğa gibi, bir kontrol ve hâkimiyet alanı olarak algılamakta ve bu yüzden insanın özgürleşme olanaklarını görmezlikten gelmektedir. Üstelik yapılan analizlerde tarafsızlık ve objektiflik iddia edilerek var olan sosyal düzenin meşrulaştırılmasına ve pekiştirilmesine neden olunmaktadır.

Platon’un Siyaset Felsefesi - 2

0 yorum
         Platon, koruyucular sınıfının kız çocuklarının da oğlan çocuklarıyla birlikte ve aynı beden ve aynı kafa eğitimlerinden geçeceklerini söyler. Filozof-Yöneticiler Kadrosu: Koruyucular sınıfı içinde felsefeye eğilimli olan gençler seçilerek, filozof –yöneticiler kadrosunu oluşturmak üzere, sıkı bir eğitimle yetiştirilmeye başlanacaktır.  

            Platon’un Adalet ve Eşitlik Anlayışı   
İdeal devlette dört erdem vardır:  

1. Bilgelik        3. Ölçülülük
2. Yiğitlik        4. Adalet  
  
      Bilgelilik yöneticilerin erdemidir. Yiğitlik, koruyucuların erdemidir. Ölçülülük hem koruyucuların hem de yöneticilerin erdemidir. Besleyiciler sınıfın kendine özgü bir erdemi yoktur. Dördüncü erdem olan adalet ise tüm sınıfların ortak erdemidir. Bu erdem, yani adalet, toplumda her sınıfın kendi işleriyle uğraşıp, kendi görevini yapıp, öteki sınıfların işine karışmamasıdır. Adalet herkese aynı hakları vermek değildir. 
     
        Yönetimlerin Dolaşımı Kuramı 

 Platon, Devlet Adamı’nda tanrının evrenin yönetimini bıraktıktan sonra yönetimlerin monarşiden demokrasiye kadar nasıl birbirini izlediklerini anlatır. Platon’a göre ilkin bir “devlet ideası” vardır. İdealar evrenindeki devlet, gerçek, yetkin, değişmeyen devlettir. Nesneler evreninin devletleri, yeryüzü devletleri devlet ideasının kopyalarıdır. Şimdi insan toplumlarının tarihinde kurulmuş olan devletlere bakalım. Tarihte kabileler döneminde ideal devlete benzer bir yönetim görülmüştür ki, o, “patriarşidir”(patriarchy). Kabilelerin birleşmesiyle oluşan toplumda yönetim tek bir kabile şefinin eline geçmişse, tekin yönetimi  “monarşi” kurulur. Birkaç kabile toplumu birlikte yönetmeye başlamışlarsa, en iyilerin yönetimi “aristokrasi” görülür. İdeal devlette bozulmanın başlangıç noktası ve bir nedeni, yöneticilerin “zifaf sayısı”nı bilmedikleri için, uygunsuz zamanda çocuk edinmeleridir. Zifaf sayısı bilinmediği için uygun olmayan zamanlarda edinilen çocuklar, büyüyüp başa geçtiklerinde babalarının ruha, akla önem vermiş olmalarına karşılık, ruhtan çok bedene, akıldan çok duygulara zevklere önem vermeye başlarlar. Böylece şerefe önem verenlerin yönetimine timokrasiye geçilir. Bilgelikten çok şana, şerefe, şatafata düşkünlük gösteren bir sınıf, ortak mülkiyet düzenini kaldırır, topraklar, evler, zenginlikler, kapışılır, paylaşılır. Timokrasi’den “oligarşi”ye geçişi, timokraside şeref düşkünlüğünün ürünü olan altın kesesi sağlar. Zenginlik, yeni malların satın alınmasına, yeni yeni ve lüks malların yapılmasına, yeni mesleklerin ortaya çıkmasına yol açar. 

    Yoksulla zengin arasındaki bu uçurum polis içinde iç savaş çıkmasına neden olur, bu savaştan yoksullar galip çıkınca demokrasi kurulur. Bu yönetim, herkese eşit haklar sağlar. Baba oğla, sığıntı, yabancı, vatandaşlara eşit olur. Oysa eşit olmayanlara eşit haklar vermek, Platon’a göre, adaletsizliğin ta kendisidir. Demokrasinin bu ilk döneminde, yasalı demokrasi döneminde, baştakiler herkese bol bol özgürlük dağıtırlar. Yasalı demokrasiyi “yasasız demokrasi”ye dönüştüren de işte bu aşırı özgürlüktür. Yasasız demokrasi karşısında kendisini güvende hissetmeyen zenginler, demokrasiyi yıkıp oligarşiyi kurmak için hazırlanmaya başlarlar. Silahlı taraftarlara sahip olan halk önderi, onlara dayanarak yönetimi ele geçirip tiran olur. Böylece “tiranlık” yönetimi kurulur. Her aşırılığın ardından sert bir tepki gelir. Demokrasinin özgürlükte aşırıya gitmesi, özgürlüğün zıttı olan köleliği ortaya çıkarmıştır. Bu özgür vatandaşların zorba tek bir yöneticin buruğu altına girmeleri anlamında köleliktir. Tiran toplumu hiçbir yasayla bağlı olmaksızın ve zorbalıkla yönetir. Zaten tiran sözcüğü de zorba anlamına gelmektedir.  

Böylece yönetim biçimlerini en iyisinde en kötüsüne doğru şöyle sıralarız;
  
1. Monarşi 

2. Aristokrasi (  ki Platto devletin esas olarak bu aristokratlar tarafından yönetilmesini savunmuştur fakat unutmayalım ki ona göre bu aristokratlar erdemli, bilge ve filozof kişilerden oluşur)

3. Yasalı Demokrasi 

4. Yasasız Demokrasi 

5. Oligarşi 

6. Tiranlık

BUGÜNÜN MÜSLÜMAN KARDEŞLERİ

0 yorum
Müslüman Kardeşler in günümüzdeki lideri Muhammed Bedi, 2009 Aralık ayında, 30 kişilik Danışma Konseyi tarafından, 7. Genel Mürşit Muhammed Mehdi Akif yerine, 8. Genel Mürşit seçildi. 16 kişilik irşat bürosu için yapılan seçimlerde, genellikle muhafazakâr olarak tanınan isimler başarılı oldu.Bugün de kitleler üzerinde en etkili hareket olan İhvan’ın Mısır genelinde okulları, hastaneleri, vakıfları var. İllegal oldukları için, bunlar şirketler ve şahıslar üzerine yapılıyor. Yoksulara, yetimlere ve öğrencilere yardım ediliyor. Devlet denetimi dışında kalan yapılarda, meslek örgütlerinde (hâkim, avukat, gazeteci, mimar, mühendis) ciddi bir etkiye sahipler. Üniversitelerde güçlüler. “Devrim Şehitleri”ne ayda 700–800 dolar yardım yaptıkları söyleniyor.

İhvan artık 1930’ların İhvan’ı değil. Hasan EL Benna’nın Kahire’de o dönemlerde ilişki kurmaya çalıştığı kapitalistler, fabrika sahipleri zenginlerle ilişkiler bugün daha gelişkin durumda. İhvan’ın içindeki sermaye sahiplerinin, kapitalistlerin sayısı hiç de az değil. İşadamlarıyla, şirket sahipleriyle, yüksek gelirli meslek sahipleriyle sistemin içine çoktan girmiş ve bu yönüyle AKP ve daha da çok Fethullah Gülen Cemaati şahsında beliren “Türkiye modeli”ni çoktan hayata geçirmiştir. Artık İslam’ı, “ılımlı İslam” olarak kapitalizmin ötesinde değil ama içinde arayıp bulmaya hazır olacak kadar yöneticileri ve dayanaklarıyla palazlanıp zenginleşmiştir İhvan.

Yöneticiler, esas olarak mülk sahibi zenginler ya da yüksek gelirli meslek sahipleri. (Muhammed Bedi eski bir akademisyen) Ancak, bu etkin hareketin bütününü bağlayacak ve irade birliği oluşturacak bir programları yok. Suriye’de, Lübnan’da, Filistin’de etkinler. Ancak bu kolları arasında da politik ve ideolojik bir birlik bulunduğu söylenemez.
Mısır’daki İhvan hareketinde bugün üç eğilim var: Muhafazakârlar, reformcular ve radikal eğilimler. İhvan’da uzun süredir genel olarak liberalizme daha yakın ve uzlaşmacı eğilimleri ağır basıyordu. Bugün Mısır’da, neo-liberal ve “İslam’la demokrasinin sentezi”nin örneği olarak gösterilen Amerikancı “ılımlı İslamcı” “Türk Modeli”, hareketin muhafazakâr kesimi (M. Bedii) tarafından bile benimseniyor.

İhvan’ın evsanevi lideri Hasan El Benna’nın Avrupa’da yaşayan torunu Tarık Ramazan’a göre, “İhvan bünyesinde farklı eğilimler barınıyor. Fakat hareketin liderliği artık genç üyelerin arzularını tam olarak temsil etmiyor. Gençler dünyaya daha açık, ülke içinde reform gerçekleştirmek derdinde ve Türkiye örneğinden heyecan duyuyor. Birleşik bir hiyerarşik görünüşün arkasında birbiriyle çatışan güçler var. Hareketin hangi yola gireceğini kestirmek çok zor.” İhvan’nın içinde katı dindarlarla “Türkiye örneği”ni savunanlar arasında her şey olabilir, ancak artık İhvan’ın “radikal İslamcı” olarak tanımlanan türden bir yol tutacağını ileri sürmek gerçekçi olmaz.
İhvan içinde yoksul ve emekçi tabanla yönetici seçkinler arasında Mübarek’in gölgesinden kurtulmuş olmaktan beslenen bir ayrışmanın çıkması çok güçlü bir olasılıktır. Şimdi, güçlü ana eğilim olarak, bundan sonra kurulacak düzen içinde etkin bir yer kapmanın planı yapılmaktadır. Gerek bu tutum, gerek ayaklanma başlangıcındaki ikircikli, temkinli ve geriden gelen tutumu, gerekse de İhvan liderlerinin “Camp David dahil Mısır devletinin yaptığı bütün uluslararası anlaşmalara saygılı olacağız” türü açıklamaları, İhvan’ın önümüzdeki süreçte tabanı üzerindeki etkisini sürdürmesinin zor olacağına, “cemaat” içi tartışma ve gerilimlerin yanı sıra tabanla ilişkilerde gerileme yaşanması olasılığının küçümsenmemesi gereğine işaret etmektedir. Ancak ele geçirilecek ya da bir ucundan tutulacak iktidar olanaklarının kullanımıyla genişleme ve güçlenme de şüphesiz bir olasılıktır ki, Türkiye’de denenmiş ve başarılı olduğu görülmüştür –işte İhvan’a egemen görünen ana eğilim de bunun yolunu açmak amacıyla her türlü tavizi vermeye hazır bir görüntü vermektedir. İhvan, aslında bu yönelimin temellerini, 2000’li yıllarda klasik seçim sloganı olan “Çözüm İslam’da” sloganı yerine “demokratik değişim” sloganının koyarak atmıştı.

İhvan’ın şimdiki lideri Muhammed Bedii, ayaklanmadan 16 gün sonra yaptığı açıklamada, yine kuşkusuz bu doğrultuda, eskiden “dar-ül harp” olarak niteledikleri düzenin başlıca kurumu ve polis vb. türü dayanaklarının çöktüğü özellikle bugünkü temel dayanağı olan Mısır Ordusu’na ilişkin olarak, “Bu halkı askeri darbe tehdidiyle korkutamasanız. Çünkü bu halk ordunun halkın ordusu, askerin de halkın askeri olduğuna inanıyor. Ordu, bu ülkenin ve halkın muhafızıdır. Halkın umutlarına ve isteklerine karşı darbe yapmak mümkün değildir.” diyebilmiştir.
Yine İhvan’ın liderlerinden İrşad Bürosu üyesi Saad el-Hüseyin, Milliyet’ten Hasan Cemal’e yaptığı açıklamada şöyle konuşmuştur: “Son dönemde iyi sınav verdi ordu. Halktan yana kullandı gücünü... En kısa zamanda seçilmiş hükümete bırakacağız diyor ordu. Ona inanıyoruz.
“Yol haritası nedir?” sorusuna ise şu sıralamayla cevap veriyor:
1- “Cumhurbaşkanı adayı göstermeyeceğiz.”
2- “İlk milletvekili seçimlerinde çoğunluğu sağlamak için uğraşmayacağız.”
3- “Dört-altı ay arasında önce parlemento, sonra cumhurbaşkanı seçimleri yapılsın.”
4- “Yeni parlamento, yeni anayasa ve temel yasalara el atılsın.”
5- “Demokrasinin temel ilkelerine sadığız, bağlı kalacağız. Halk isterse geliriz, istemezse gideriz.”
Bu açıklamalarına bakılarak bile, İhvan’ın yeni sürece olabildiğince sorunsuz ve hızlı geçmeyi düşündüğü söylenebilir. Aktardıklarımız, Fethullah Gülen cemaatiyle AKP’nin Türkiye’de izledikleri “saman altından su yürütme” ya da “köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı” deme tutumunu hatırlatmakta ve başka açılardan olmasa bile, bu açıdan Türkiye’nin “örnek” alındığını belirtmektedir.

İhvan’nın “ılımlı İslam” yönelimiyle ABD ve Mısır tekelci gericiliğiyle sağladığı yeni ilişkilerin sonucu olarak Mısır’da düzenin dayanakları arasına katılacağı anlaşılıyor, ancak yeni sürece nasıl dâhil olacağı önümüzdeki günlerde netleşecek. İhvan’ın bir siyasi partiye dönüşmesi pek olası değil. Muhtemelen manevi bir güç olarak varlığını sürdürecek ve böylelikle doğrudan siyasi bir sorumluluk üstlenmemiş görünerek elinin serbest kalmasını sağlamaya, dolayısıyla “müminler” üzerindeki etkisinin sürmesini garanti altına almaya çalışacak. İhvan, Gülen benzeri böyle bir tutumla, kendisini sözde “manevi” önderlik ve “sosyal dayanışma” işleviyle sınırlanmış göstererek korumaya alırken, siyasal süreçlerde yer almak üzere, kuşkusuz “el altından” destekleyeceği/yönetip yönlendireceği yeni bir parti mi kurulur (en güçlü ihtimal bu), yoksa İhvan mensubu bazı siyasetçilerin kurduğu (bunların İhvan’la organik bağı bulunmuyor) Vasat Partisi mi bu işlevi yüklenir; bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Ancak bir olguya değinmeden geçmek olmayacak ki, o da şu: Modern kapitalist dünyada bütün İslami örgütlenmeleri önceleyerek, doğrudan bir siyasal örgütlenme olmadan, ama siyasal/sosyal bir cemaat olarak Müslüman Kardeşler sahneye çıkmış ve yaklaşımları, izledikleri yöntemler ve örgüt biçimleriyle tüm İslami örgütlenmelere örnek oluşturmuştur. “Cihat”, ama ilan edilmemiş gibi yapılması ve “dar-ül harp” içinde çalışma yürütme, “Salı Toplantıları”, “Işık evleri”ni hatırlatan on kişilik aileler halinde örgütlenen ve haftada bir toplantılar yapan “taburlar”, “ağabeylik”in müesseseleştirilmesi vb..’nin, başka İslami örgütleri bir yana bıraksak bile, Gülen cemaati bakımından yol gösterici olduğu ve örnek alındığı kesindir. Ancak tıpkı kapitalist sektörler ve işkollarıyla, emperyalist ülkeler arasındaki ilişkide olduğu gibi, “eşit olmayan ve sıçramalı gelişme” kuralı işlemektedir, işlemiş ve “boynuz kulağı geçmiştir”. “Kaderin tecellisi” odur ki, zamanında Müslüman Kardeşler’den ve deneylerinden öğrenip feyz almış olan Fethullah Gülen cemaati ve onunla kol kola kah koklaşarak kah sürtüşerek siyaset yapan AKP, şimdi Türkiye’de kaydetmiş oldukları mesafenin, İhvan’ın yolundan yürüyerek siyasal iktidarın yürütmesini ele geçirmelerinin doğrudan bir sonucu olarak, onlara başarılı bir deney örneği sunmakta ve karşılık olarak “yararlanacağız” masajı almaktadırlar.

HÜSNÜ MÜBAREK DÖNEMİ

0 yorum
Sedat’ın yerine, 1973 Arap-İsrail Savaşında (Yom Kippur) yıldızı parlamış olan yakın arkadaşı Hüsnü Mübarek başkan oldu. Mübarek militan İslami hareketlerin üzerine kararlılıkla gidip onları şiddetle bastırırken, rejimin “dini olmayan” (laik) muhaliflerini serbest bırakarak onlarla diyalog geliştirdi. Bu arada, İslam dünyasının pek çok bölgesinden gelen kınamalara rağmen, Sedat’a suikast düzenleyen El-Cihat üyelerini idam ettirdi.
1982’de kendisine yönelik radikal İslamcı bir suikast girişimi başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra Mübarek, El-Ezher ulemasıyla işbirliğine girerek, hem rejim için meşruluk sağlama, hem de hapisteki İslamcıları yeniden eğitme/kazanma çabası içinde oldu. İslami olmayan (laik) muhalefetin önünü açma yolunda muhafazakâr yeni Vafd Partisi’ne 1984’de parlamento seçimlerine katılma hakkı tanıdı. Fakat yeni Vafd Partisi ile Müslüman Kardeşler ittifak içine girdiler.
1987’de yapılan seçimler, Mısır’da İslami muhalefetin daha da artan bir güce ulaştığını gösterdi. Müslüman Kardeşler, hem liberallerle hem de Sosyalist İşçi partisiyle ittifak yaptı. Oyların %17’sini alan bu ittifak, kazandığı 60 milletvekilliğinin 35’inin İhvan’a kullandırttı.
Bu gelişmelerle birlikte, Müslüman Kardeşler’in, Mısır’da, kendi dışında kalan diğer rejim karşıtı gruplarla diyalog ve işbirliğine açık, dolayısıyla daha “demokratik” bir siyasi üslup ve motivasyon kazandığını düşünmek mümkündür. Örgütün klasik seçim sloganı olan “Çözüm İslam” bile bu süreçte değiştirilmiş ve onun yerine, 2000’li yıllarda, “Demokratik Değişim” sloganı kullanılmaya başlanmıştır.
Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in iktidara gelmesinden sonra diyaloga katılan Müslüman Kardeşler, resmen yasak olsa da, ülkenin en büyük muhalif gücü idi.
Siyaset sahnesinde resmen yasaklansa da etkin bir sosyal yardım ağına sahip olan Müslüman Kardeşler; yoksullara, üniversitelerde ve sendikalarda durumu kötü olanlara yardım organizasyonları düzenliyordu. (Özellikle camilerde aktif durumdaydılar.)
Okullar, hastaneler vb. sosyal yardımlaşma ağlarıyla toplum üzerinde büyük bir etkiye sahip olan Müslüman Kardeşler, Ortadoğu’nun en büyük ve etkin örgütü olarak biliniyor. 2005’deki genel seçimlerde büyük başarı gösteren ve parlamentoda 88 sandalye kazanan hareket, birinci turuna katılmakla birlikte, iktidar partisi geniş çaplı yolsuzluk yaptığı ve şiddet uyguladığı gerekçesiyle boykot ettiği seçimlerin Aralık 2010’daki ikinci turuna katılmadı.
Müslüman Kardeşler, 60 yılı aşkın bir süredir yasadışı, fakat müsamaha gösterilen bir hareket.
Katıldığı her seçim, insanları seferber etme konusunda yüksek kapasiteye sahip olduğunu gösterdi.

ENVER SEDAT’IN ÖLDÜRÜLMESİ - CAMP DAVİD

0 yorum
Kendisiyle dirsek temasındaki “ılımlı İhvan” bile Camp David Barış Anlaşması’nın en hassas noktası olan Filistin sorununun çözümü konusunda hayal kırıklığı içindeydi. (Bu anlaşmayla Filistin topraklarının %78’i resmen İsrail’e bırakılıyordu.) Hal böyleyken, El Ezher, Sedat’ın zorlamasıyla 1979’da, barış girişimleri konusunda onun politikalarını tasdik eden bir fetva yayınladı. Bu, “ılımlı” Müslüman Kardeşler açısından bir kırılma noktası oldu. Ve onlar da pek çok konuda Sedat’a muhalefet yapmaya başladılar.

 Süreç, Müslüman Kardeşler’in sokaktan, hatta parlamento dan alınıp yeniden hapishanelere gönderilmesi şeklinde ilerledi. ABD ve İsrail’den gelen baskılar sonucunda 2000’i aşkın İhvancı hapse atıldı. El Dava kapatıldı. İhvan yanlısı olduğu şüphesiyle 200 subay ordudan atıldı. Bu sertlik karşılığını bulmada gecikmedi. 1981 yılında Mısır’ın kurtuluşunun kutlandığı bir törende El Cihat üyesi bir yüzbaşı olan Halid Ahmed El Şevki İslambuli önderliğindeki bir grup asker Enver Sedat’a suikast düzenledi. Suikastta Sedat hayatını kaybetti.

SEYYİD KUTUP - Radikal İslamın Doğuşu

0 yorum
Seyyid Kutup (1906-1966), İslam radikalizmin en etkili ideologlarından birisidir. Hasan el-Benna gibi öğretmen olan Kutup, eğitim bakanlığında müfettişlik yaparken Amerika’ya gönderilmiştir. Kutup İhvan’a 1951’de katılmıştır. Bu tarih, ABD’den dönüşünün bir yıl sonrasıdır. Kendisi, bu tarih için “1951’de doğdum” der. Örgütün lider kadroları arasında yer almadı. Ancak yayınlarının başında oldu ve yönetti. Nasır’a yapılan suikasttan sonra tutuklandı, 25 yıl ceza aldı. 1965’de Irak lideri Abdül Selam Arif’in aracılığı ve “ricası”yla serbest kaldı. 1965’deki ikinci suikast girişimi üzerine yeniden tutuklanarak yargılandı ve idama mahkûm oldu. 1966’da idam edildi.

Seyyid Kutup bağnaz bir laiklik ve örneğin “Atatürk düşmanı” olarak tanınır. Ona göre, Batılı güçler İslam’dan kurtulmak için M. Kemal’i öne sürmüşlerdir.
Seyyid Kutup, dindarlar ile laiklik taraftarlarının aynı toplumda bir arada yaşayamayacaklarını söylüyordu. Dolayısıyla, “Müslümanlar öncelikle bu tür yöneticileri devirmekle yükümlüdürler” diye düşünüyordu. Komünizm tanrı tanımazdı, demokrasi ise tanrı nizamının gasp edilmesiydi. Bütün bunlar “cahiliye”nin göstergesiydi. Zaten toplumları, İslam ve “cahiliye toplumu” olarak ikiye ayırıyordu.

“Cahiliye toplumu”nu; Komünist toplum, Hıristiyan toplum, Yahudi toplumu ve kendini Müslüman sayan bazı İslam toplulukları olarak sıralıyordu. “Cahiliye”yi; Tanrı yerine insana tapmak olarak açıklıyordu. Ve “Muhammet zamanında cahiliye bilgisizlikten kaynaklanıyordu” diyordu. “Şimdiki cahiliye ise tanrıya bilinçli başkaldırıştı”. Kutup, laiklikle dindarlığın aynı toplumda sorunsuzca bir arada bulunamayacağını söylüyor, bu nedenle Müslümanların laik devlete karşı başkaldırmaları gerektiğini savunuyordu. Demokrasi ona göre Batı icadıydı. Ulusçuluk da, İslam’ı yozlaştırmak için kullanılmaktaydı. Ona göre, esas olan, İslam dünyasını bir halife yönetiminde bir araya getirmekti. Dünya ümmeti, ırka, ulusal değerlere değil, yalnızca inanca dayanmaktaydı. Ve dünya inananlar ile inanmayanların iki ayrı dünyası değildi. Bütün dünya, inanmayanlarla dolu olduğu için, bir savaş alanıydı, dar-ul harpti.
“Örtünmeyen kadın”ın “cinsel taciz”e müstahak olduğunu ileri süren Selçuklu Üniversitesi İlahiyatçısının kendisinden feyz aldığı ortada olan Kutup, örtünmeyen kadın “canlı bir şeytandır. Bu ahlaksız kadınların çıplak bedenlerinden fışkıran ihtiras alevleri insanı yakarak küle çevirir.” diye yazmıştı. “İnsanlık bugün büyük bir genelevde yaşıyor” diyordu. Bunu kanıtlamak için basına, filmlere, moda gösterilerine, güzellik yarışmalarına bakmak yeterdi!

Seyyid Kutup, Hasan el-Benna’dan sonra İhvan’ın en önemli liderlerinden biridir. Aynı zamanda o, örgütün en önemli ideologlarından biri olarak nitelendirilebilir.
1967 Arap–İsrail savaşında (Altı Gün Savaşı) Mısır’ın hayli onur kırıcı bir şekilde yenilmesi Nasır’ın laik milliyetçi “Arap sosyalizmi”ne öldürücü bir darbe indirdi. Ortaya çıkan siyasal iklim, Müslüman Kardeşler’in Nasır tarafından bastırılan görüşlerinin, özellikle de rejimin İslami inanç ve değerlere sırtını döndüğü, hatta bunları bastırdığı iddiasının kabulü için elverişli bir durum yarattı. Nasır bu durumu kavrayarak, İslami duyarlılıkla işbirliği yoluna gitti.

Nisan 1968’de, yaklaşık üç yıldır hapiste olan İhvancıları serbest bıraktı. Ne var ki bu manevralar, Müslüman Kardeşler’in Nasır aleyhtarı ve özellikle de İsrail karşısındaki yenilginin sorumluluğunu ona yükleme tutumlarını değiştirmedi. Örgüt öncülüğünde Nasır’ı hükümetten ayrılmaya çağıran gösteriler düzenlendi. Bu gösterilere askerin müdahalesi, onlarca ölü ve yüzlerce yaralıya mal oldu.
1970 yılında Nasır’ın ölümünden sonra, eskiden Müslüman Kardeşler’le iyi ilişkileri olan Enver Sedat iktidara geldi. Sedat örgütü umutlandırmıştı. Nasır’ın izlediği “tarafsız” politikalar hemen terk edildi. ABD politikaları uygulanmaya başlandı.
1975’de Sedat’ın ilan ettiği genel afla İhvan üyeleri serbest bırakıldı. Bu gelişme, İhvan’ın durumunu daha da toparlanmasına ve El Ezher üniversitesiyle bütünleşmesine imkan sağladı. Hasan El Benna’dan sonra örgüt içinde ortaya çıkan bölünmüşlükten memnun olan ve bunu sürdürmek isteyen Sedat, İhvan’ın “ılımlılar” grubunu kendi siyasi düzeninin içine çekmeğe çalıştı. Bu süreçte, iktidar partisinin sunduğu “bilet”le İhvan’ın altı önde gelen ismi parlamentoya girdi. Hükümet örgütün bu “parçası”na alabildiğine iyi ve olumlu davranmaktaydı. İhvan’ın bu grubunun “el-Dava” adlı bir aylık dergi çıkarmalarına izin verildi. Tirajı 78 bin olan el-Dava (çağrı) kendine dört düşman seçmişti: Batı Hıristiyanlığı, komünizm, laiklik ve Siyonizm. Bütün haberler ve yorumlar, bu dört düşmanı hedef alıyor, onlara yönelik olarak kaleme alınıyordu.
Enver Sedat’ın örgütün ılımlılar kanadıyla işbirliği yaparak onları legal-parlamenter siyasetin içine çekme girişiminin sonucu, radikal karakterli diğer Müslüman Kardeşlerin örgütten ayrılması ve daha radikal gruplar kurması oldu. Daha sonra Sedat’a suikast yapacak El-Cihat örgütü bu süreçte ortaya çıktı.
Sedat’ın iktidara geldikten sonra Müslüman Kardeşler’le kurduğu bu olumlu ilişki, İsrail’le barış görüşmelerine başlamasıyla bozuldu. 1977’de İsrail’i ziyaret eden ilk Arap devlet başkanı E. Sedat oldu. Bu ziyaretten bir yıl sonra 1978’de, Sedat, Camp David anlaşmasıyla İsrail’i resmen tanıdı. Bu gelişmeler, tamamen ABD’nin denetimine giren E. Sedat ile İslami örgütlerin arasındaki mesafenin açılmasına neden oldu.

HÜR SUBAYLAR VE NASIR DÖNEMİ

0 yorum
Cemal Abdül Nasır liderliğindeki “Hür subaylar” 1952 yılında bir darbe gerçekleştirerek kralı devirdi. İktidarı ele geçirdi. Bu rejim değişikliği, İhvan tarihinde önemli bir dönemin kapanmasına neden oldu. Örgüt yeniden yasaklandı. Yeraltına inmek zorunda kaldı.
Aslında darbeye katılan subayların pek çoğu İhvan üyesi ya da sempatizanıydı. Ayrıca İhvan ile Hür Subaylar’ın programları arasında dikkat çeken bir benzerlik vardı. Dolayısıyla başlangıçta her iki taraf arasında bir işbirliği olduğu söylenebilir. İhvan, 1952’de Kahire’de başlayan ve monarşinin temellerini sarsıp altı ay sonraki askeri darbeye zemin hazırlayan gösterilerde önemli rol oynadı.
“Hür Subaylar” iktidara geldiklerinde ülkede güçlü bir yapı kazanmış olan Müslüman Kardeşler’in desteğine sahip olmayı ummaktaydılar. Görünürdeki (vitrindeki) liderleri General Muhammed Necip Hasan el-Benna’nın mezarını ziyaret ederek hürmetini ifade etmiş, tüm siyasi partilerin faaliyetini yasaklayan darbe yönetimi, İhvan’ı, dini bir organizasyon olduğu gerekçesiyle bu yasağın dışında tutmuştu.

Ancak “Devrim Komite Konseyi” El-Hudeybi’nin “Kur’an temelinde bir anayasa” talebini ret edince örgütten rejime yönelik muhalefet yükselişe geçmeye ve İhvan, rejime, İslam’a karşı olduğu gerekçesiyle saldırmaya başladı. 1953’te iki taraf arasında keskin bir mücadele başladı. Yönetimin aynı yıl başlattığı toprak reformu örgütün muhalefetiyle karşılaştı. İhvan öğrenciler ve sendikalar arasında propagandasını yoğunlaştırdı. Bunun yanı sıra asker ve polis içerisindeki bazı İhvan üyeleri rejime karşı planlı çalışmalar yapmaya başladılar.

1954 yılında İngilizlerin Mısır’dan çekilirken Mısır ile yaptığı anlaşmayı fazlaca İngiliz yanlısı bularak kabul etmeyen İhvan, İngilizlere karşı silahlı mücadele çağrısı yaptı. 26 Ekim 1954’de Nasır’a karşı İhvan’dan gelen suikast girişimi, Nasır yönetiminin daha güçlü bir şekilde örgütün üzerine gitmesine neden oldu. İhvan’ın bütün çalışmaları yasaklandı. Örgütün pek çok üyesi ölüm ya da muhabbet hapis cezalarına çarptırıldılar. Binlerce örgüt üyesi Suriye, S.Arabistan, Ürdün ve Lübnan’a sürgüne gitti.

İhvan mücadelesine yeraltında devam etti. Ayakta kalmayı başardı. Nasır’ın 1964’de ilan ettiği genel affın bir parçası olarak, yükselen işçi ve emekçi hareketine karşı güç oluşturmak için birlikte hareket etme düşüncesiyle örgütün üyeleri serbest bırakıldı. İhvan ile Nasır arasında bu yumuşama ve yakınlaşma uzun sürmedi. 1965 yılının yaz aylarında yine İhvan’ın Nasır’a karşı bir suikast girişimi planı açığa çıkarıldı. Sonuç, yüzlerce yeni yakalanma ve örgütün önde gelen 3 isminin ölüm cezasına çarptırılması oldu. Bunlardan biri de, Ağustos 1966’da idam edilen Seyyid Kutup’tur.

Müslüman Kardeşler - İHVAN KAHİRE’DE

0 yorum
Hasan El Benna Kahire’ye geldikten sonra İhvan’ın genel merkezi de Ekim 1932’den itibaren Kahire’ye taşındı. Bu arada, El Benna’nın deyimiyle “dava” da her yerde yayılıyordu.
Erkekler için kurulan Hira Enstitüsü çalışmaları rayına oturduktan sonra, Kardeşler, kızlar için de bir okul açmayı düşündüler. Bu okulda “Müslümanların Anneleri okulu” adını aldı.
Daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı bu okulu teslim aldı. Ancak Kardeşler bu okulun arkasında “Müslüman kadın kardeşler” için bir bölüm kurdular. Bu kısım, Müslüman Kardeşler’in eşlerinden ve akrabalarından oluşuyordu.

                               “DAVA” ÇİMENTO İŞÇİLERİ ARASINDA

İsmailiyeli Müslüman Kardeşler bazı çimento işçileriyle bağlantı kurdular. Daha sonra, bu işçiler için, bizzat kendilerinden toplanan bağışlarla bir mescit yaptırıldı.
Bu dönemde Kardeşler;
1- Evlerde camilerde konferans verilmesi ve “Salı günü” derslerinin kurumsallaşması,
2- Genel mürşidin risaleleriyle yalnızca ilk iki sayısının çıkarılmasının ardından bir Müslüman Kardeşler Mecmuası’nın çıkarılması ve yine bu sırada En-Nezir mecmuasının iki yıl süren ilk sayılarının yayınlanması gibi kararlar alıp uyguladılar.
1947’de örgüt, milliyetçi ve İslamcı 10–15 grup ve örgütten oluşan bir birliğin hâkim üyesi oldu.

                     HASAN EL-BENNA’NIN ÖLDÜRÜLMESİ VE İHVAN’DA ÜÇ EĞİLİM

1948 Arap-İsrail Savaşı, İhvan’a Mısır dışında etkin olma fırsatının yanı sıra gerilla savaşı taktiklerini öğrenme fırsatı da sundu. Savaştan sonra Mısır yönetimin içine düştüğü berbat durum muhalifleri güçlendirdi. Bu tehlikeli durumun farkında olan dönemin başbakanı Nukraşi Paşa sıkıyönetim ilan etti. İhvan’ı yasakladı. Buna bağlı olarak İhvan 2 milyon üyesiyle yeraltına geçti.
Başbakan Nukraşi 1948 yılında düzenlenen bir suikastla öldürüldü. Suikastçı İhvan üyesi 23 yaşındaki bir veteriner fakültesi öğrencisi idi. Bundan yedi hafta sonra İhvan’ın efsanevi lideri Hasan el-Benna 12 Şubat 1949’da akşam evine giderken suikasta uğradı. İçinde bulunduğu otomobil yaylım ateşine tutuldu, yaralı olarak hastaneye kaldırıldı, ancak kurtarılamadı ve yaşamını yitirdi.
Hasan El-Benna’nın ölümünden sonra Kahire’de camiler kapatıldı. Erkekler tutuklandı. Sokaklarda yalnızca polisler ve askerler kaldı. Babası 90 yaşındaydı ve cenazesini eve götürecek erkek bulunamadığı için kız kardeşi ve eşi tarafından mezarlığa götürüldü. Üye sayısı milyonlarla ifade edilen İslami bir örgüt kuran Benna’nın cenazesi neredeyse ortada kalıyordu, bir süreliğine de olsa “zor” kazanmıştı, cenaze namazını babası ve kadınlar kıldı. Suikast birkaç yıl gizli tutularak örtbas edilmeye çalışıldı. Ancak 3 yıl sonra yapılan tahkikat sonucu gizli polis teşkilatından 3 görevli suçlu bulundu ve hapse atıldılar. Tetiği çektiği ileri sürülen polis ömür boyu hapse çarptırıldı.
Hasan El-Benna’nın öldürülmesi İhvan’ın tarihinde yeni bir sayfa açtı. Onun birleştirici ve etkili karizmatik liderliği altında kendini dışa vuramamış olan üç eğilim hareketin bünyesinde su yüzüne çıktı. Bunlar, Hasan El-Benna’nın kardeşi Abdurrahman El-Benna el Saati’nin (Filistin yardım fonunun başındaki kişi) liderliğindeki muhafazakâr grup, aşırı uçta yer alan militan aktivistler ve ılımlılar. Bu grup ve eğilimler, bundan böyle İhvan’ın içinde sürekli var olmaya devam ettiler.
Benna’nın öldürülmesinin ardından gelen dönemde ılımlılar harekete hakim oldular. Ve kabul edilebilir bir “Genel Mürşit” (rehber) aramaya başladılar. Sonunda, hem saygın bir hâkim, hem de Hasan El-Benna’nın yakın ve sadık arkadaşı olan Hasan İsmail El-Hudeybi “Genel Mürşit” yapıldı. Fakat o, Hasan El-Benna kadar karizmatik, saygın ve etkin bir liderlik yürütecek güce sahip değildi.
Uygun bir “çözüm” bulundu ve El-Hudeybi liderliğindeki örgüt “piramidal” bir hiyerarşik yapılanma içerisine girdi. Tepede bir genel mürşit vardı. Altında, örgütün siyasi kararlar alması konusunda yetkili 11 kişilik yürütme konseyi olan “İrşad ( Rehberlik) Bürosu” ve onun altında da “irşad bürosu”nun üyelerini yıllık olarak belirleyen “kurucular komitesi” bulunmaktaydı. İrşad Bürosu, “Genel Mürşid”i iki yıllığına seçmekteydi. Kurucular Komitesi’nin altında 10 tane bölge komitesi, onların altında da mahalli şubeler yer almaktaydı.
Gerçi bu hiyerarşik yapı Hasan el-Benna döneminde de genel olarak böyleydi. Ancak 1945 Kongresi’nde Hasan el Benna ebediyen genel mürşit seçilmişti. Ve tabii ki, genel mürşit olarak, El-Hudeybi’den daha etkin bir liderdi.
Bu hiyerarşik yapı yukarıdan aşağıya çok disiplinli bir işleyiş içinde olduğundan, İrşad Bürosu tarafından alınan kararlar hızlı ve etkin bir biçimde uygulanmaktaydı.
1950’de sıkıyönetim kaldırılınca örgüte yönelik yasak da kalktı ve kuruluş döneminde olduğu gibi, dini bir örgüt olarak faaliyet göstermesine izin verildi.

Müslüman Kardeşler - Kuruluşu ve İlk Yılları

0 yorum
Bir ilkokul öğretmeni olan Hasan El- Benna tarafından 1928 yılının Mart ayında Mısır’ın İsmailiye şehrinde kuruldu. Kurulduğu günden bu yana Mısır’da siyasi süreçleri etkilemesinin yanı sıra İslam dünyasının pek çok ülkesinde de İslami hareketler için siyasi-ideolojik temel oluşturduğu söylenebilir.
Hasan el-Benna, Nil deltasındaki El Buheyre şehrinin Mahmudiye kasabasında doğdu. Babası Ahmet bin Abdurrahman bin Muhamed el-Benna el Saati âlim olmasının yanı sıra geçimini saatçilikle sağlamaktaydı. El Saati, Mısırın meşhur İslam reformistlerinden Muhammet Abdal döneminde El Ezher’de öğrenciydi. Sünni-Hanbelî Fıkıh mezhebinin kurucusu Ahmed bin Hanbel’in Hz. Muhammed’in hadislerinin derlemesi olan ünlü eseri “Müsned” in yeni bir düzenlemesini kaleme almıştı. Bu eser, Hasan el-Benna’nın görüşlerinin şekillenmesine etki eden en önemli kaynaklardan biridir.
Onun katıksız bir İslam hükümeti ve İslam hukukuna dayalı Müslüman toplum inşası vaaz eden öğretisi, Hanbelî Fıkıh’ının güçlü etkisini taşır.
8 yaşından itibaren medresede din eğitimini almaya başlamıştır. El-Benna 12 yaşından 14 yaşına kadar hadisler ezberlemiş, Arapça gramer, kompozisyon ve şiir çalışmıştır. Bu sıralar Sünni tarikat çevreleriyle yakın ilişkiye girmiş, İslam tasavvufu üzerine yoğunlaşmıştır.
Benna bu dönemin bazı öğrenci olaylarına katıldı. 1919 yılında, 13 yaşındayken, Mısır’da patlayan İngiliz karşıtı eylemlerde yer aldı. “Cemiyetü’l Ahlakil Edebiyye” dergisinin başkanlığına seçildi.
17 yaşına geldiğinde Kahire’deki Dar’ül-Ülüm öğretmen okuluna kaydoldu. Mezun olduktan sonra İsmailiye kentinde öğretmen olarak çalışmaya başladı. Daha sonra cami ve kahvehanelerde yaptığı konuşmalar etrafına çok sayıda insanın toplanmasını sağlamıştır.
1928’in Mart’ında evinde toplanan 6 kişilik bir grupla İslam davası için yaşama ve ölmeye yemin ederek, “milletin kalbinde yeni bir ruh olarak” İhvan’ı Müslimin”in, Müslüman Kardeşler’in temelini atmıştır. 1933 yılına kadar âlimler, tarikat şeyhleri ve muhtelif dernekler gibi toplumun farklı kesimlerine ulaşmaya başladı. Bu etkinlikleri ve gelişmeler İhvan’ın merkezinin Kahire’ye taşınmasına neden olmuştur.
Burada erkek ve kız çocuklar için okulların, mescitlerin açılmasına önayak oldu.
Teşkilat faaliyetlerini dini, sosyal, kültürel, ekonomik ve sportif alanlar gibi farklı alanlara ayırmış ve bu çerçevede İskenderiye’de bir mescit ve bir merkez, Şebrühit’te bir lokal ve fabrika, Mahmudiye’de bir halı ve tekstil fabrikası ile tefsir-fıkıh eğitimi yapan bir medrese kurmuştur.
İsmailiye’deki İhvancılar genellikle eğitimsizdiler ve alt sınıflardan oluşuyorlardı. Burada, çimento işçileriyle ilişkiler geliştirildi. Kahire’de ise, örgüt toplumun daha üst tabakalarıyla buluştu ve onları etkileme fırsatı buldu. Bunlar arasında El Ezher’den azımsanmayacak sayıda öğrenci, memurlar ve mühendis, tekniker vb. türü vasıflı çalışanlar, işçiler, Mısır ordusunun subayları vardı.
Sayısal olarak örgütün büyüklüğü ile ilgili güvenilir tahminlerde bulunmak zor olsa da, Hasan El-Benna’nın 1928’de 6 kişiyle kurduğu örgüt, 1934 yılında 50 şubeye ulaştı. 5 yıl sonra şube sayısı 500’ü buldu.
Hasan El-Benna 1946’da yaklaşık 500 bin üyeleri olduğunu iddia etti. 1950’lerin ilk yarısında şube sayısının 1500’e, üye sayısınınsa 1 milyona ulaştığı tahmin ediliyor.
Gelişen süreçte, Müslüman Kardeşler Mısır’ın dışında da örgütlenme faaliyetleri başlattı. Filistin. Lübnan ve Suriye’ye temsilci gönderildi. Bunlar, Abdurrahman El Saati ve Muhammed Esat El-Hâkim’dir. Bunlar, Kudüs, Şam ve Beyrut’ta birçok camide kalabalıklara çeşitli konuşmalar yapıp, konferanslar düzenlediler. Daha sonra buralarda şubeler açtılar. Hareket giderek Ürdün, Sudan hatta Pakistan’a kadar yayıldı.

                      MÜSLÜMAN KARDEŞLER İDEOLOJİSİ

Anayasamız Kur’an, rehberimiz peygamber, en büyük amacımız Allah yolunda ölüm” sloganı, Müslüman Kardeşler’in ideolojisini en iyi şekilde açıklamaktadır.
Böylece İslam, insanların siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel yaşamının ayrıntısını düzenlemek üzere etkili bir sistem öneren bütünlüklü bir ideoloji olarak tanımlanmış olmaktadır.
30’lu yıllarda Müslüman Kardeşler, çalışma şekilleri ve kalkınma yolu üzerine 1, 2 gibi bazı programlar belirlediler. Hasan El-Benna’nın “Hatıraları”nda yer alan bu programın bazı maddeleri şöyledir:
- Evlerde, camilerde konferanslar verilmesi. Salı Günü Dersleri’nin kurumsallaşması,
- Çeşitli yayın ve risalelerin yayınlanması,
- Şube sayısının artırılması,
- Beden eğitimi ve izci örgütlerinin düzenlenmesi,
- Üniversitelerde ve diğer okullarda davanın kök salması, öğrenciler kısmının kurulması ve el Ezher in ilim adamı ile öğrencilerin çalışmalarından yararlanması.
- İslami-ulusal davaların özellikle Filistin davasının desteklenmesine katkıda bulunulması,
- Misyonerlik hareketlerine karşı koyma ve dini öğretinin teşvik edilmesi gibi İslami hareketlere katkıda bulunulması,
- İslami açıdan kusurları bulunan hükümetlere karşı çıkılması ve partizanlığa karşı çıkılıp açıkça İslami usullere çağrılması,
- Siyasi partilerin kapatılması, çünkü İslam’ın birleştirici özelliğinin olduğu ve Müslümanların ülkelerinin esenliği için birbirleriyle işbirliği halinde hareket etmeleri gerektiği,
- İslam devletinin amacının İslam hukukunu hakkıyla uygulamak olduğu.
Müslüman Kardeşler’in devlet yönetimiyle ilişkilerine gelince: Bu ilişkiler yer yer gerilse de genellikle iyi düzeyde olmuştur. Müslüman Kardeşler, 1937’de misyonerlikle ilgili olarak Kral Fuat’a verdiği muhtırada bile şöyle hitap etmektedir: “Dinin sırlarının koruyucusu, İslam’ın ve Müslümanların destekçisi, Mısır’ın sayın fedakâr hükümdarına…
Müslüman Kardeşler’in parlamento binasına mescit açılması için hükümete yaptığı başvuru olumlu karşılanmakta, hemen mescit yapılmakta ve bu başvurudan dolayı Müslüman Kardeşler’e teşekkür mektubu gönderilmektedir.
Hükümet pek çok defa Müslüman Kardeşler’e maddi yardımlarda bulunmuştur.
Ancak zaman zaman hükümetin Müslüman Kardeşler’e yönelik sert tutumları da olmakta, Hasan El-Benna dâhil pek çok militanın gözaltına alındığı veya tutuklandığı bilinmektedir.
Müslüman Kardeşler, topladıkları bağış paralarıyla kurdukları matbaalarda çeşitli gazeteler çıkarmaya başlamışlardır. 1946’da günlük bir gazete çıkardılar. Hasan El Benna’nın damadı Sait Ramazan 1950’de El Müslimin adında bir aylık dergi çıkardı. Daha sonra derginin başına Seyyid Kutup geçti.
Müslüman Kardeşler 1928’deki kuruluşundan 1936’ya kadar esasen dini planda etkin, bir tür sosyal yardım ve dayanışma hareketi olarak görülürken, 1936, Müslüman Kardeşler’in Arap Ortadoğu’sunun meselelerine ilk olarak karıştığı, dolayısıyla örgütün tarihinde bir dönüm noktası oluşturan yıl olmuştur.
Bu yıl içinde, Filistinlilerin, topraklarında İsrail’in genişlemesinin yol açtığı rahatsızlıkla İngiliz manda yönetimine karşı ayaklanması, İhvan’a siyasal etkinlik sağlaması için beklenmedik bir fırsat sundu. İhvan, Filistin’e tam destek verdi. Ve onlar için bağış kampanyası başlattı.
İhvan’ın Filistin ayaklanmasına aktif destek ve katkı vermesi, Mısır dışında daha güçlü şekilde yayılmasını sağladı. Bu dönemde İhvan’ın asıl siyasal yönelimi İngiliz karşıtlığı olmuştur.
1939 yılına kadar İhvan siyasal güç olarak çok büyük bir gelişme ve büyüme göstermiş, özellikle kırsal kesimde iyi örgütlenmiş bir güç haline gelmiştir. Artık Mısır siyasetinde El Benna’nın aktif desteği çok daha fazla aranır olmuştur.
Fakat Benna siyasete girmeme konusunda kararlıdır ve yönetimin dışında kalmaya özen göstermiştir. Ancak aynı dönemde, Benna, hatırı sayılır bir kitle desteğine sahip olan milliyetçi Vafd Partisi’ne karşı bir kampanya başlatmış ve Vafd’ın yeni oluşan “Pan Arabist” siyasi konjöktörde direnci düştükçe, buna paralel olarak, Müslüman Kardeşler’in gücü artmıştır.

ARAB SPRING ( Spring of Brothers)

0 yorum
We can say that the Arab Spring became a '' Golden Age '' for Brothers. As we know that the authoritarian regimes which are in the Middle East had been fallen. In Egypt Mubarak resigned in 2011 and in 2012 Mohammad Mursi became a president of Egypt first free elections. Mursi was a member of the Brotherhood and the chairman of Freedom and Justice Party. However , he was removed by army chief general Sisi after the Egyptian protests which were against to Mursi.


   TODAY:

                Today's Muslim Brotherhood is different than the past. Democratic Changing is the main slogan of them however in the begining it was only Islam. Brothers taking example the Justice and Development Party from Turkey  as a modern Islamic-Democratic state. Lastly, in the begining the organization of the Muslim Brotherhood was established against the capitalism and capitalist states but unfortunately today, the Brotherhood is managing by rich capitalist Muslims.

MUSLİM BROTHERHOOD - AFTER 1960s

0 yorum
In 1970, Anwar Sadat became a president of Egypt and he was known as a close friend of the big devil the USA. Until his presidence Egypt had always been fought with Israel for Palestine however Sadat tried to find a middle road with Israel and it would be the end of the begining for him. In 1978, he signed the Camp David treaty with Israel government in the USA. According to that treaty the seventy perccentage( %78 )of Palestine had been given to Israel and the Sina peninsula given to Egypt. Of course that action caused the extremely huge hostility against to Anwar Sadat. As a conclusion on 6 October in 1981 he was killed by the member of Brotherhood Khalid Islambouli at the centre of Cairo. 
      
                      https://www.youtube.com/watch?v=G92qf_1Rrsg You can see the conspiracy.

And after that the organization was probihited and members were banished from Egypt. Hosni Mubarek in power. In 2005 brothers had won 88 chairs as a free candidates from the assembly in the first free elections. Nevertheless, in 2008 they were prohibited again by the Mubarek government. 

SAYYID QUTB

0 yorum

SAYYID QUTB - A MUJAHİD OF NEW ISLAM

0 yorum
        I am gonna give a brief information about his life and actions. Before the information I would like suggest the book of  the''Signpots or Milestones'' for all of you for understanding of radical Islam.
            
            Sayyid Qutb was born on 9 October in 1906. His father was a landowner and the family estate's administrator however he was also well known for his political activism. From 1948 40 1950 he went to the USA for education and his ideology had been shaped there. He was a educator, author, Islamic theorist and he published the book of Signpots in 1964. That book called one of the most influential works in Arabic world in the last century. His ''Jihad'' ideology and Jihad ways were identified in that book. The most crucial issue about that book became an inspiration source for Al Qaeda and other radical Islamic terrorist groups. 

      In 1966 he was executed by Nasır Government.

Mohammed Amin al-Husseini - Muslim Brotherhood in Palestine

0 yorum

MUSLIM BROTHERHOOD - THE MOVEMENT IS ON

0 yorum
                As I said in the foundation article, the Palestine problem was a crucial issue for Muslim world because of Jarulsalem's importance. After the collapsing of Ottoman Empire, Jews migration had been started increasingly day on day. Due tothis reason Hasan El Benna went to Palestine for establishing the branch of the Brotherhood in 1935. At the same year Muhammad Emin El-Huseyni was selected as a leader of Palestine brothers. He was a officer of Ottoman Army in the Dardanelles War in 1915. He is called as a pioneer of National Movement of Palestine and had tried to deny sale of properties to Jews. In the Second World War time El-Huseyni supposed to the Hitler propagandas which were against the Jews and met him in Berlin in 1941.

     In the following years 40 branches of the Muslim Btorherhood were established. Number of members year on year ;

* 1936---- 800
* 1938---- 200.000
* 1948---- 500.000

Furthermore, Brother did not just establish the branches they also founded hospitals, factories, schools and mosques. By that way Brother's propaganda had been reached millions of Muslim easily.

                                        Muslim Brotherhood in Egypt

               As I mentioned above the number of Brothers had reached to 500.000 and that was horrible score for a new organization. Government of Egypt was started to disturbed by the growing of the MB. In 1948 Brothers attempted to assasinate to president of Eygpt Mahmod Nukrashi Pasha and they killed him. We can say that was the first terrorist action of the Brothers. At the same year, the martial law was proclaimed and the movement prohibited in Egypt and the founder of Brotherhood El Benna was killed by police in Cairo as a reprisal by government. 

         In 1952, The Egypt monarchy was demolished by the ''Free Officers'' called as a 23 July Revolution. In fact, the Brothers had supposed the officers however the new government that was set by revolutionarists wanted to establishing the new secular constitution. Of course the Brothers started to demonstrations against the new government and the movement was prohibited and the leaders of movement were banished to Saudi Arabia, Jordan, Lebanon and Syria and many of them were put in jail for many years. 

        In 1966, they had planned a new conspiracy against to Nasır ( called as a socialist Nasır, he was very closed to the USSR at the Cold War ) however they had failed and three leaders of Brother were hanged by the oder of president Nasır. One of them Sayyid Qutb.
  

 
© 2013 Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler | Designed by Making Different | Provided by All Tech Buzz | Powered by Blogger