3 Şubat 2016 Çarşamba

ABD'nin Suriye'deki Amacı Nedir?

0 yorum
Kemerburgaz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. ÇAĞRI ERHAN'ın Makalesinden Alıntıdır.

Cenevre Süreci’nde gelinen son nokta açık olarak gösterdi ki, süreç işlesin işlemesin, buradan bir anlaşma çıksın veya çıkmasın, Suriye meselesine taraf olanların tamamını memnun edecek bir çözüm bulmaya imkân yoktur. Her ne kadar “diplomasi ideal olanı değil, mümkün olanı elde etme sanatıdır” şeklinde bir söz varsa da, Cenevre’nin sonunda ortaya çıkacağı aşağı yukarı belli olan tablo sürdürülebilir olmaktan uzak, gerçekçi olmayan, yeni ve daha derin krizlerin tohumlarını mündemiç bir “yalancı çözüm”den ibaret kalacaktır. Müzakerelere dahil olan tüm kesimler de bunu pekâlâ bilmekte, günü kurtarmak için hareket etmektedirler.
Baas rejimi ve Esad ailesi varoluşlarını sürdürebilmek için gerekli şartları meydana getirmenin, bir nev’i “Esatçı Garanti Mekanizması” tesis etmenin peşindedir. Sayısal çoğunluğa sahip ama siyasal parçalanmışlıkla malul Sünni Arap gruplar, yeni Suriye’nin inşasında kilit rol oynamak, mümkünse Baassız bir geleceği teminat altına almak niyetindedir. PYD ülkenin kuzeyinde federe devlet kurmak hedefine dönük adımlar atmaktadır. Suriye Türkleri ise bilhassa Rusların devreye girmesinden sonra en fazla hedef alınan grup olmakla birlikte, ne Cenevre’ye davet edilmekte ne de Suriye’nin siyasal geleceğinde söz sahibi olabilecekleri bir toprak parçasının tam denetimini sağlayabilmektedir.
Bölgesel güçlerden İran ve Suudi Arabistan destekledikleri gruplar üzerinden artık tüm Orta Doğu coğrafyasına yayılmış bulunan vekaleten mücadelelerini Suriye ölçeğinde sürdürmektedir. İran, Lübnan’a uzanan bir hat üzerinde kendisine müzahir rejimleri ayakta tutmak, Suudi Arabistan ise İran tarafından çevrelenmişlik tehdidinden kurtulmak peşindedir. İsrail için Suriye’nin paramparça olması ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bir daha belini doğrultamaması ziyadesiyle memnuniyet veren bir gelişmedir. Fakat, İran’ın nüfuz alanının daraltılabilmesi için, yeni Suriye mimarisinde kendisiyle birlikte hareket etmeye hazır bir Kürt federal bölgesinin varlığı büyük önem taşımaktadır.
Rusya ısrarcı ve pervasız Suriye politikasıyla, hem alanda hem de masada söz sahibi olmuştur. Doğu Akdeniz’deki askerî ve siyasi varlığını perçinlemek, böylece mevcut ve müstakbel enerji rezervlerinde söz sahibi olabilmek hedefine adım adım yaklaşmaktadır. Moskova’nın Suriye politikasının iki temel direği Şam ve Tahran rejimleridir. PYD ile flört ederek de, Kuzey Suriye alanının tamamen kontrolü dışında şekillenmesine engel olmak arzusundadır.
ABD’nin ise Suriye’de ne istediği ve niye istediği belli değildir. DAEŞ ile mücadeleyi öncelediğini, terörün bitirilmesinin Suriye rejiminin işlediği suçların cezasız kalmasından daha önemli olduğunu eylem ve söylemleriyle ortaya koymaktadır. Bunu yaparken de, teröristler arasında da, mazlum ve mağdurlar arasında da ayrım yapmaktan çekinmemektedir. Bugün için DAEŞ’le mücadele etsinler diye silahlandırdığı bazı terör örgütlerinin önümüzdeki dönemde hem Suriye’de hem de bölgenin tamamında ne gibi büyük melanetlerin müsebbibi olabileceklerini ya hiç hesaba katmamakta, ya da görmezden gelmektedir.
Önde gelen Amerikan gazetelerine baktığınızda Suriye meselesinin hem haber sayfalarında hem de köşe yazarlarının yorumlarında ne kadar küçük yer kapladığını görebilirsiniz. Amerikan siyasetçisinin tüm gündemini kasım ayında yapılacak başkanlık seçimi işgal etmektedir. Zaten kendi eyaleti dışında olup bitenlere ekseriyetle cahil ve bigane kalan sıradan Amerikalılar için Suriye çok uzaklardaki, terör kaynağı bir ülkeden ibarettir. Ve maalesef tüm Batı dünyasında olduğu gibi ABD’de de, “terör ile Müslümanların iç içe olduğu” şeklinde hastalıklı bir düşünce pompalanmaktadır.
Kimsenin zoruyla değil, Obama’nın kendi başına ilan ettiği “kırmızı çizgiler”in aşılmasına göz yumulmamış olsaydı, bugün Esadsız ve DAEŞ’siz, yeni Suriye’nin temelleri atılıyor olacaktı. ABD bunu yapmadı. Washington yönetiminin, Suriye krizinin çözümünü Cenevre süreci gibi başarı ihtimali düşük bir mekanizmaya havale etmesi, sorunun nasıl çözülebileceğine ilişkin hiçbir akılcı çözüm üretemediğinin de göstergesidir. Eyyamcılıkla büyük güç kalınmaz…

2 Şubat 2016 Salı

Cenevre’de Suriye Barış Müzakereleri; Korkular, Umutlar

0 yorum
BM Suriye özel temsilcisi Stephan De Mistora, Suriyeli muhaliflerin Cenevre'ye gönderdikleri heyetin sözcüsü Salim Musallat'la görüştükten sonra yaptığı açıklamada Suriye barış müzakereleri resmen başladığını belirtti. De Mistora, bugün Suriye yönetimi ve Suriyeli muhaliflerin temsilcileri ile görüşeceğini , önümüzdeki günlerde de Cenevre'de Suriyeli gruplarla bir çok görüşmesi olacağını belirtti.
De Mistora büyük güçlerin Suriye'de çatışmaların durdurulması için ciddi çaba sarf etmeleri ve Cenevre-3 müzakereleri de bu bağlamda sonuca ulaşması gerektiğini vurguladı.
De Mistora, Suriyeli tarafların müzakereleri başarılı olabilmesi için Suriye'de şiddet ve çatışmaların durdurulması veya en azından hafifletilmesi gerektiğini ifade etti.

Cenevre-3 müzakereleri Arabistan ve Türkiye'nin sabotajları yüzünden bir kaç gün aradan sonra yeniden başlıyor. Bundan önce, Türkiye ve Arabistan'ın destekledikleri Suriyeli yurt dışında yaşayan silahlı muhalifler Cenevre müzakerelerine katılmak için ön şart belirlemişti, ancak BM ve Suriye krizinde etkili olan diğer ülkelerin muhalefet etmesi yüzünden Ankara ve Riyad'ın beslediği muhalif kampı sonunda Cenevre-3 müzakerelerine katılmayı kabul etti.

Gerçekte BM güvenlik konseyinin 18 Aralık 2015'te onayladığı 2254 sayılı kararname, Suriye krizinin siyasi yollardan çözümlenme yolunu belirlemiş bulunuyor. bu kararnameye göre Suriyeli tarafların katılacağı müzakerelerin Ocak 2016'da başlaması gerekirken, söz konusu muhaliflerin sabotajları yüzünden bugün yani 2 Şubat 2016'da başladı.
BMGK'nın 2254 sayılı kararnamesi Suriye krizinin çözümü için ancak Suriyeli tarafların müzakerelerine vurgu yapıyor. Müzakereler başarılı olduğu takdirde Suriye'de ateşkes uygulanacak ve ardından anayasa değiştirilerek özgür ve demokratik seçimlerin düzenlenmesi için zemin hazırlanacak. Bu süreçte ise en anahtar nokta, Suriye'de terörle ciddi mücadeledir, çünkü Suriye'de terörün kökü kurutulmadıkça bu ülkede her türlü güvenlik durumu veya özgür ve demokratik seçimden söz etmek faydasızdır. Bu yüzden terör örgütleri ile mücadele, Cenevre-3 müzakerelerinin ana önceliği olması gerekir. Nitekim elleri yüz binlerce Suriyeli vatandaşın kanına bulaşmış teröristlerin de ne bu müzakerelerde ne de Suriye'nin geleceğinde yeri vardır.

Şimdi ise Cenevre'de devam eden müzakerelere ancak Suriyeli tarafların katılmış olmasından hareketle Cenevre-3 müzakerelerinin sonuca ulaşmasına sıcak bakılıyor. Nitekim Suriye yönetimi de 2254 sayılı kararnamenin başarılı olabilmesi için en başta terörle gerçek manada mücadele etmek ve gerçek muhalifleri terör örgütlerinden ayırmak gerektiğini vurguluyor.
 
© 2013 Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler | Designed by Making Different | Provided by All Tech Buzz | Powered by Blogger