3 Şubat 2016 Çarşamba

ABD, Rusya, Suriye Kürtleri ve Cenevre Görüşmeleri

0 yorum

                                                                       

İki hafta üstüste iki ayrı toplantıda AB'li yetkililere ve karşılaştığım Amerikalılara bir gözlemde bulundum:
“ABD’nin Suriye eksenindeki Ortadoğu’daki gelişmelere ilişkin tavrı, Birinci Dünya Savaşı’nın İngiltere’sini hatırlatıyor. Birbirine karşıt güçlere, aynı konuda ve aynı alanda tutamayacakları sözler veriyorlar.”

Suriye konusunda Amerikan-Rus ortak sponsorluğunda BM gözetiminde başlatılan Cenevre-III’te Suriyeli Kürtlerin en önemli siyasi temsilcisi PYD’nin sanki Kürtler, Suriye coğrafyasında yer almıyormuş, uluslararası sistemin Suriye’deki “bir numaralı hedefi” olan İD’ne (IŞİD) en etkili savaşkan gücü ifade etmiyormuş ve dahası bugün Suriye topraklarında Lübnan’ın üç misli büyüklüğünde bir alana hükmetmiyorlarmış gibi “masada yer almaması”na ilişkin olarak (28 Şubat tarihli Radikal yazısında) şu satırlara yer vermiştim:

“... Ankara ile PYD tercihi, Türkiye’deki iktidar tarafından Washington’un önüne sunulunca, Amerika, ‘dişlerini gıcırdatsa’ da, ‘şu aşamada Ankara’ demiş oldu.

                                                                                 3.02.2016
Cengiz Çandar


PYD’yi ‘terörist’ görmek bir yana... ‘müttefik’ görüyor olsa da, PYD, öncelikle IŞİD’e karşı savaşan bir güç. Ama, Cenevre’de başlatılmak istenenin, rejim ile onunla savaşan muhalifleri arasındaki müzakereler olması, PYD’nin Ankara’ya ‘feda edilmesi’nin bir izahı sayılabilir. Her ne olursa olsun, Batı’da PYD’yi ve PYD üzerinden Kürtleri Rusya’ya kaptırma kaygısı önümüzdeki dönemde öne çıkacağa benziyor…

ABD’nin bu kez Kürtler'in çıkarlarını gözetmek ve durumu dengelemek için, bir şeyler yapmaya çalışması gerekebilir.”

Bu tespitin doğrulanması için çok beklemeye gerek kalmadı. Hafta sonu, ABD Başkanı’nın Suriye Özel Temsilcisi Brett McGurk, yanına İngiliz ve Fransız temsilcilerini alarak, adeta bir gösteri halinde, Kobani’yi ziyaret etti.

Bir ABD yetkilisinin –üstelik Suriye Özel Temsilcisi- bırakın Kobani’yi yani Rojava’yı, Suriye topraklarında 2012’de Büyükelçi Robert Ford’un ülkeyi terketmesinden sonraki ilk ziyareti bu.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Başbakan Ahmet Davutoğlu her gün basbas, “PYD de teröristtir” diye bağırıyor, PYD’yi “halkına katliam yapan rejimin işbirlikçisi” olarak aklı başında hiç kimseyi inandıramayacağı ipe sapa gelmez iddialarla etiketliyor ve tam bunların yapıldığı bir sırada, ABD’nin Suriye’ye en yüksek yetkilisi, kalkıyor Kobani’ye gidiyor; PYD, YPG ve özerk yönetimi oluşturan Tev-Dem yetkilileriyle iki gün geçiriyor.

Yani, Türkiye’nin müttefiki olan ABD, konu PYD olunca, Türkiye’nin ne dediğini pek umursamıyor.

Kobani, Suruç’un 10 kilometre ötesindeki Mürşitpınar’dan yürüyerek bir dakikada girilen bir nokta. Brett McGurk ve yanındakiler, NATO müttefiki Türkiye toprakları üzerinden değil, Irak Kürdistanı’ndaki Süleymaniye’den havalanıp, PYD-YPG’nin elindeki Rojava bölgesindeki Rumeilan’a iniyorlar. Oradan YPG mevzilerinin güvencesi altında ilerleyerek, kilometrelerce yol yapıp Kobani’ye geliyorlar.

Bunun bir “sembolizmi” olduğu ve “mesaj” içerdiği, herhalde, apaçık ortada.

Dahası, Brett McGurk, Rojava’da iken, ABD Dışişleri’nin iki numarası Tony Blinken, Cenevre’de PYD Eşbaşkanı Salih Müslim ile bir görüşme gerçekleştiriyor. Blinken’ın Amerikan sistemi içindeki işlevinin, “Dışişleri’nin iki numarası” olmanın çok daha yükseğinde olduğunu bilen bilir.

Bütün bunlar, bir yandan, Suriye Kürtlerine, bir yandan da Ankara’ya mesajlar.

Zaten, geçen hafta, Washington’un PYD’nin “Cenevre masası”nda olmasından yana olduğunu yazdığımızda, bu “bilgi”yi kaynağımıza ileten iki yetkiliden biri Tony Blinken, diğeri ise Cenevre’de bulunan ABD’nin “Suriye muhalefeti ile ilişkilerden sorumlu” yetkilisi Michael Ratney idi.

Suriye Kürtlerinin PYD üzerinden Cenevre-III’te temsili veya bir başka deyimle “Suriye’nin geleceğinde rol sahibi” olmaları, bir süre sonra gerçekleşeceğe benziyor. Nitekim, Salih Müslim, haftasonu ANF’ye Türkçe yaptığı açıklamalarda “ABD ve Rusya heyeti ile yapılan bir dizi görüşme”ye ilişkin şunları söyledi:

“Bütün detaylarını size söyleyemem. Ama genel anlamda yapılan görüşmelerde iki taraf da bize şunları dile getirdi: ‘Biraz sabredin, kesinlikle bu süreç Kürtler olmadan gitmez. Muhakkak siz de olacaksınız. Ama zamanlama önemlidir.”

Salih Müslim, ‘Bu görüşmelerde doğrudan sizin Cenevre-III’e dahil edileceğiniz dile getirildi mi?’ sorusuna ise şu karşılığı verdi:

“Evet söylediler. Ama bunun içinde yine aynı şekilde zamanlamanın önemli olduğunu ifade ettiler…”

Son gelişme şu: Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Gennady Gatilov, Salih Müslim ile Cenevre’de bir kez daha görüştü. Salih Müslim, Rus yetkiliyle görüşme sonrası şöyle dedi:

“Rus heyeti bu görüşmemizde bizlerin yani PYD’nin bir süre sonra Cenevre-III görüşmelerine dahil edileceğini ama biraz sabretmemiz gerektiğini söyledi.”

Müslim, Rus heyetinin kendilerine “Kürtlerin Cenevre-III’e katılması gerektiğini, Cenevre-III’te alınan ilk kararların değerlendirilmesi için 20’ye yakın devletin içerisinde bulunduğu Uluslararası Suriye Destek Grubu tarafından 11 Şubat’ta Münih’te gerçekleştirilecek toplantıda bir kez daha dile getireceğiz ve bunda ısrarlı olacağız” dediklerini de bildirdi.

Türk diplomasisi, PYD ve Kürt meselesi üzerinden uluslararası alanda yine bir “muharebe alanı”nda boy gösterecek demektir. Eğer, Münih Toplantısı, “perde arkası”nda sağlanacak bir “ABD-Rusya uzlaşması”nı yansıtırsa, Türk diplomasisinin bu “ikili”ye karşı fazla geniş bir manevra alanı olamaz.

Türkiye’nin ABD-Rusya ikilisine karşı geniş bir diplomatik manevra alanı yok ama Suriye Kürtlerine karşı savaşı “cephe gerisi”nde yürütmek ve bunu istediği sonucu ulaştırmak için “Cizre-Sur hattı”nda çok güçlü bir iradesi var.

Ankara, kendi Kürt yerleşimlerine yönelik “savaş hukuku” kurallarını bile işlemez hale getirecek şekilde “askeri operasyonları”na ve “psikolojik savaş”a tam istim devam ederken, Rusya da, sınırın öte yanında “Türkiye ile ilişkili Suriyeli oyuncular”a yönelik amansız bir bombardıman kampanyasına girişmiş bulunuyor.

Öyle ki, İngiltere Dışişleri Bakanı Philip Hammond, Ürdün’de Rusya’dan şikayet ederken, “Yaptığımız herşeyin Rusya’nın yaptıklarının altında kalması benim için sürekli bir üzüntü kaynağı. Ruslar, konuşalım diyorlar ve ardından konuşuyorlar, konuşuyorlar, konuşuyorlar da konuşuyorlar. Ruslarla sorun, bir yandan konuşuyor, bir yandan da bombalıyor ve Esad’ı destekliyor olmaları” diye hem bir “gerçek fotoğraf” yansıttı, hem de “acz” ifade etti.

Bu arada, Rusya Savunma Bakanlığı, sadece son bir hafta içinde 468 hava bombardımanı gerçekleştirdiğini ve 1300 “terörist hedefin vurulduğunu” açıkladı. (Herkesin “teröristi” farklı…)

Rusya’nın yoğun bombardımanları, Bayırbucak bölgesinde Türkmen bırakmazken, Suriye ordusu da Rus desteği sayesinde Halep’in kuzeyinde, Türkiye’nin muhaliflere ikmal hattını kesmeyi hedef alan operasyonlar başlatmış durumda.

Suriye’deki gelişmeleri dikkatle izlemeden Türkiye’deki akıl tutulmasına akıl erdiremezsiniz.


Türkiye’ye hükmeden irade, bu kafayla, aslında sadece “kan, ölüm ve gözyaşı” vaadediyor.


31 Ocak 2016 Pazar

1128 Akademisyen Bildirisi ve Tepkilerin Yorumlaması

0 yorum
İş edindim, oturdum, 1128 imzayı, tek tek sıfatlarıyla ve hangi üniversitelere mensup olduklarını anlamak amacıyla saydım ve –genelleme yapılmasını önlemeyecek hataları içerecek olsa da– bir istatistik çıkarttım:
       1128 imza, Türkiye ’nin 89 değişik üniversitesine mensup. İmzacıların 155’i akademik unvan olarak profesör sıfatı taşıyor. Daha ilginç istatistik yurt dışındaki üniversitelere mensup olarak 1128 imza arasına girmiş olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyla ilgili. 120 dolayındaki Kuzey Amerika (ABD ve Kanada) ve Avrupa üniversitelerine mensup, aralarında 20 profesör unvanlı akademisyen, dünyanın en gelişmiş ülkelerinin aralarında yer aldığı 17 değişik ülkede çalışmakta olan Türkiye’nin beyin ihracını temsil ediyorlar.  89’u Türkiye’de, 120 dolayında olan Türkiye dışında, yaklaşık 200 üniversitede ve neredeyse tüm “bilim dalları”nda çalışan ve görev yapan, aralarında 155 kadarı profesör unvanlı, ezici çoğunluğu, kendi çalışma alanında “doktor”sıfatını taşıyacak, yani üzerinde çalıştıkları konunun “doktorası”nı yapmış insanlar. Türkiye’nin muhtemelen “en büyük ve geniş bilgi birikimi”ni temsil ediyorlar. 1128 kişi, “Barış için Akademisyenler”adlı girişimin “orijinal imzacıları”; sayıları şu anda 2000'in üzerine çıkmış durumda. 1128 kişi, dünyanın kalburüstü entelektüelleri ve düşünürleri arasında yer alan Noam Chomsky, Immanuel Wallerstein, Etienne Balibar gibi isimlerin yer aldığı 355 yabancı “aydın ve akademisyen”den destek almıştı.

       Türkiye’nin 89 üniversitesinin yanı sıra, Türkiye dışındaki en gelişmiş ülkelerin aralarında yer aldığı 17 ülkedeki 120 üniversitede çalışan, aralarından 200 kadar kişinin profesör unvanı taşıdığı, bilimin her dalında çalışma yürüten, binlerce, onbinlerce öğrenci yetiştirmiş ve yetiştirmekte olan söz konusu bu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’na göre, “sözde aydın”, “karanlık” ve “cahil” ve de “oluk oluk dökülecek kanlarının altında duş yapılacak” olan “vatan hainleri”… 

Bu arada, dünyada kime Chomsky, Wallerstein, Balibar gibi isimlerin “cahil” ve “sözde aydın” olduğunu söyleseniz, aklınızdan zorunuz olduğunu düşünürler.

  Doğru dürüst bir üniversite diploması bulunmayan ve “aydın” kimliği taşımayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin 89, Türkiye dışının 120 üniversitesine mensup 1128 akademisyeni, “cahil” ilan etmesinin ve “devletin kurumları tarafından cezaya çarptırılmaları”nı bir “talimat uslubu”yla ifade edip, sıradan bir davranış haline getirdiği anayasa ihlallerinden birini daha gerçekleştirdikten sonra, asıl vahim konuşmasını, önceki gün yaptı. Onun sözleri: 

“Kapkara bir bildiri yayımlayıp katliamların altına imza koyan akademisyenleri şiddetle tekrar kınıyorum. Milletimizin kimin kim olduğunu çok daha yakından anlamalarını istiyorum. Yani önünde bir profesör, doçent bilmem ne olması kimseyi aydın yapmaz, bunlar kapkaranlık insanlardır. Bunlar zalimdir, alçaktır, katliam yapanlarla birlikte olanlar da aynı suçu işlemişlerdir.”

    Bu iktidar kendisini “dünyadaki idrak”in gözünde bitiriyor. Örneğin, Erdoğan’ın Türkiye’ye çağırdığı Noam Chomsky, sadece onun davetini reddetmekle kalmadı, dünyanın çeşitli ülkelerinden –İtalya, İspanya ve Portekiz’den Brezilya’ya uzanan alanda “100 aydın”ı örgütleyerek, 1128’ler ile “dayanışma bildirisi” yayınlattı. Şu sıralarda İngiltere basınında yayımlanmak üzere Britanya üniversitelerinde 1128’ler ve onların yayınladıkları metin ile dayanışma için “imza kampanyası” başlatıldı. Oxford, Cambridge, London School of Economics (LSE), SOAS, Londra Üniversitesi, Exeter, Leicester, Sussex, Essex, Warwick, Edinburgh, Glasgow, Belfast, Leeds, Nottingham, vs. üniversiteleri mensubu akademisyenlerin imza sayısı, dün itibarıyla, 300’e dayanmıştı.  

           Bununla birlikte, zulme ve akıl dışılığa dayalı hiçbir iktidarın çok uzun ömürlü olamayacağını da biliyoruz. Yani, asıl büyük kaygımız, iktidarın ömrüyle ilgili değil. Yani, asıl soru “ne zamana kadar?” değil.
Ömrü bittiği vakit, Türkiye’ye vermiş olduğu tahribat, acaba Türkiye’yi de bitirecek mi sorusu...
 
© 2013 Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler | Designed by Making Different | Provided by All Tech Buzz | Powered by Blogger