Seyyid Kutup (1906-1966), İslam radikalizmin en etkili ideologlarından birisidir. Hasan el-Benna gibi öğretmen olan Kutup, eğitim bakanlığında müfettişlik yaparken Amerika’ya gönderilmiştir. Kutup İhvan’a 1951’de katılmıştır. Bu tarih, ABD’den dönüşünün bir yıl sonrasıdır. Kendisi, bu tarih için “1951’de doğdum” der. Örgütün lider kadroları arasında yer almadı. Ancak yayınlarının başında oldu ve yönetti. Nasır’a yapılan suikasttan sonra tutuklandı, 25 yıl ceza aldı. 1965’de Irak lideri Abdül Selam Arif’in aracılığı ve “ricası”yla serbest kaldı. 1965’deki ikinci suikast girişimi üzerine yeniden tutuklanarak yargılandı ve idama mahkûm oldu. 1966’da idam edildi.
Seyyid Kutup bağnaz bir laiklik ve örneğin “Atatürk düşmanı” olarak tanınır. Ona göre, Batılı güçler İslam’dan kurtulmak için M. Kemal’i öne sürmüşlerdir.
Seyyid Kutup, dindarlar ile laiklik taraftarlarının aynı toplumda bir arada yaşayamayacaklarını söylüyordu. Dolayısıyla, “Müslümanlar öncelikle bu tür yöneticileri devirmekle yükümlüdürler” diye düşünüyordu. Komünizm tanrı tanımazdı, demokrasi ise tanrı nizamının gasp edilmesiydi. Bütün bunlar “cahiliye”nin göstergesiydi. Zaten toplumları, İslam ve “cahiliye toplumu” olarak ikiye ayırıyordu.
“Cahiliye toplumu”nu; Komünist toplum, Hıristiyan toplum, Yahudi toplumu ve kendini Müslüman sayan bazı İslam toplulukları olarak sıralıyordu. “Cahiliye”yi; Tanrı yerine insana tapmak olarak açıklıyordu. Ve “Muhammet zamanında cahiliye bilgisizlikten kaynaklanıyordu” diyordu. “Şimdiki cahiliye ise tanrıya bilinçli başkaldırıştı”. Kutup, laiklikle dindarlığın aynı toplumda sorunsuzca bir arada bulunamayacağını söylüyor, bu nedenle Müslümanların laik devlete karşı başkaldırmaları gerektiğini savunuyordu. Demokrasi ona göre Batı icadıydı. Ulusçuluk da, İslam’ı yozlaştırmak için kullanılmaktaydı. Ona göre, esas olan, İslam dünyasını bir halife yönetiminde bir araya getirmekti. Dünya ümmeti, ırka, ulusal değerlere değil, yalnızca inanca dayanmaktaydı. Ve dünya inananlar ile inanmayanların iki ayrı dünyası değildi. Bütün dünya, inanmayanlarla dolu olduğu için, bir savaş alanıydı, dar-ul harpti.
“Örtünmeyen kadın”ın “cinsel taciz”e müstahak olduğunu ileri süren Selçuklu Üniversitesi İlahiyatçısının kendisinden feyz aldığı ortada olan Kutup, örtünmeyen kadın “canlı bir şeytandır. Bu ahlaksız kadınların çıplak bedenlerinden fışkıran ihtiras alevleri insanı yakarak küle çevirir.” diye yazmıştı. “İnsanlık bugün büyük bir genelevde yaşıyor” diyordu. Bunu kanıtlamak için basına, filmlere, moda gösterilerine, güzellik yarışmalarına bakmak yeterdi!
Seyyid Kutup, Hasan el-Benna’dan sonra İhvan’ın en önemli liderlerinden biridir. Aynı zamanda o, örgütün en önemli ideologlarından biri olarak nitelendirilebilir.
1967 Arap–İsrail savaşında (Altı Gün Savaşı) Mısır’ın hayli onur kırıcı bir şekilde yenilmesi Nasır’ın laik milliyetçi “Arap sosyalizmi”ne öldürücü bir darbe indirdi. Ortaya çıkan siyasal iklim, Müslüman Kardeşler’in Nasır tarafından bastırılan görüşlerinin, özellikle de rejimin İslami inanç ve değerlere sırtını döndüğü, hatta bunları bastırdığı iddiasının kabulü için elverişli bir durum yarattı. Nasır bu durumu kavrayarak, İslami duyarlılıkla işbirliği yoluna gitti.
Nisan 1968’de, yaklaşık üç yıldır hapiste olan İhvancıları serbest bıraktı. Ne var ki bu manevralar, Müslüman Kardeşler’in Nasır aleyhtarı ve özellikle de İsrail karşısındaki yenilginin sorumluluğunu ona yükleme tutumlarını değiştirmedi. Örgüt öncülüğünde Nasır’ı hükümetten ayrılmaya çağıran gösteriler düzenlendi. Bu gösterilere askerin müdahalesi, onlarca ölü ve yüzlerce yaralıya mal oldu.
1970 yılında Nasır’ın ölümünden sonra, eskiden Müslüman Kardeşler’le iyi ilişkileri olan Enver Sedat iktidara geldi. Sedat örgütü umutlandırmıştı. Nasır’ın izlediği “tarafsız” politikalar hemen terk edildi. ABD politikaları uygulanmaya başlandı.
1975’de Sedat’ın ilan ettiği genel afla İhvan üyeleri serbest bırakıldı. Bu gelişme, İhvan’ın durumunu daha da toparlanmasına ve El Ezher üniversitesiyle bütünleşmesine imkan sağladı. Hasan El Benna’dan sonra örgüt içinde ortaya çıkan bölünmüşlükten memnun olan ve bunu sürdürmek isteyen Sedat, İhvan’ın “ılımlılar” grubunu kendi siyasi düzeninin içine çekmeğe çalıştı. Bu süreçte, iktidar partisinin sunduğu “bilet”le İhvan’ın altı önde gelen ismi parlamentoya girdi. Hükümet örgütün bu “parçası”na alabildiğine iyi ve olumlu davranmaktaydı. İhvan’ın bu grubunun “el-Dava” adlı bir aylık dergi çıkarmalarına izin verildi. Tirajı 78 bin olan el-Dava (çağrı) kendine dört düşman seçmişti: Batı Hıristiyanlığı, komünizm, laiklik ve Siyonizm. Bütün haberler ve yorumlar, bu dört düşmanı hedef alıyor, onlara yönelik olarak kaleme alınıyordu.
Enver Sedat’ın örgütün ılımlılar kanadıyla işbirliği yaparak onları legal-parlamenter siyasetin içine çekme girişiminin sonucu, radikal karakterli diğer Müslüman Kardeşlerin örgütten ayrılması ve daha radikal gruplar kurması oldu. Daha sonra Sedat’a suikast yapacak El-Cihat örgütü bu süreçte ortaya çıktı.
Sedat’ın iktidara geldikten sonra Müslüman Kardeşler’le kurduğu bu olumlu ilişki, İsrail’le barış görüşmelerine başlamasıyla bozuldu. 1977’de İsrail’i ziyaret eden ilk Arap devlet başkanı E. Sedat oldu. Bu ziyaretten bir yıl sonra 1978’de, Sedat, Camp David anlaşmasıyla İsrail’i resmen tanıdı. Bu gelişmeler, tamamen ABD’nin denetimine giren E. Sedat ile İslami örgütlerin arasındaki mesafenin açılmasına neden oldu.
0 yorum:
Yorum Gönder